Header Reklam
Header Reklam

Günümüzde binalar neden sürdürülebilir olmalı?

07 Ocak 2010 Dergi: Kasım-Aralık 2009

Günümüzde binalar neden sürdürülebilir olmalı? Binalarımızı daha yeşil yapmak zorunda mıyız? Binalarımızı her zaman tasarladığımız ve inşa ettiğimiz gibi yapmaya devam edemez miyiz?  Bizi "sosyal sorumluluk" kapsamında yeşil bina yapmaya zorlayan faktörler nelerdir? Bunları cevaplayabilmek için dünyada şu anda gelişmekte olan küresel çevre krizini anlayabilmek gerekir. 

 

Dünyamızın ısısı son 650,000 senedir belli sınırlar içerisinde iniş ve çıkışlar göstermektedir. Ne var ki son 100 yılda dünyanın ısısı ilk kez, bilim adamlarının "normal" diye tabir ettikleri sınırlar içerisinden çıkıp, bir daha da hiç iniş yaşanmamak üzere yukarı çıkışına başlamış ve halen bu eğilime hızla devam etmektedir. Halk arasında küresel ısınma diye tabir edilen dünyadaki bu sürekli ısınma eğiliminin kaynağı atmosferimizde sera etkisi yaratan gaz miktarlarındaki artıştır. Bilim adamları bu artışın insanoğlunun aktivitelerinden kaynaklandığında hemfikirler. Peki dünya, üzerinde yaşadığımız son 100 yılda, yine dünya üzerinde yaşadığımız diğer dönemlere kıyasla biz insanoğlu olarak neyi farklı yaptık? Biz son 100 yılda daha önceki dönemlerde yapmadığımız neler yaptık ki bunun sonucunda dünyanın ısısını değiştirecek kadar fazla seragazı üretmeye başladık? 

 

Biz insanoğlu olarak en başta fazla çoğalmaya başladık. Dünya nüfusu sadece 1990'dan bu yana 4 kat büyüdü ve büyümeye de devam ediyor. Böyle bir büyüme dünya tarihindeki hiçbir dönemde görülmemiştir. Daha çok insan daha çok aktivite demektir. Dünya ekonomisi 1900 senesinden bu yana 20 kat büyüdü. Dünya ekonomisinin sadece 2007 senesindeki büyüme miktarı 1900 senesindeki toplam miktarına eşdeğerdir. Peki insanoğlu sadece çoğaldığı için mi daha fazla üretmeye başladı? Hayır. İnsanoğlu kişi başına da daha fazla tüketmeye başladı. Yapılan araştırmalar, gelişmekte olan ülke insanlarının gelişmiş olan ülke insanlarının tüketim alışkanlıklarını takip etmeleri halinde, ortaya çıkacak üretim ve tüketim miktarlarının dehşet verici olduğunu gösteriyor. Örnek verecek olursak bir Çinli bir Amerikalı kadar kağıt tüketse 2030 senesinde Çinliler, dünyada bugün üretilen kağıt miktarının iki misline ihtiyaç duyacaklar. Bir Çinli bir Amerikalının standartlarında özel araç sahibi olsa 2030 senesinde Çin'de 1.1 milyar araba olacak ki, şu anda dünyadaki mevcut araba miktarı 860 milyon. Söz konusu nüfus, üretim ve tüketim artışı ve beraberinde getirdiği küresel ısınmanın dünya için sonuçları ne olacak? 

 

Çok karmaşık olan dünya ekosisteminin bundan tam olarak nasıl etkileneceğini, değişeceğini bilim adamları da kestiremiyorlar. Ne var ki, bunun sonucunda birçok neslin soyunun tükeneceği ve buna bağlı birçok yeni hastalık ve salgınların söz konusu olacağı konusunda hemfikirler. Bu durumda dünyanın varlığı, üzerinde yaşayan canlılarla beraber tehlikeye girecektir. Yapılan bir araştırma küresel ısınma sonucu oluşabilecek deniz suyundaki 10 metrelik bir artışın, kıyılarda yaşayan 600 milyon insanın yaşadığı yerleri terk etmek zorunda kalacağı gerçeğini ortaya koymuştur. Geçtiğimiz Eylül ayında İstanbul'da yaşadığımız sel felaketi de dünyadaki küresel ısınmanın sebep olduğu, daha sık ve şiddetli sellere bir örnektir.

 

Ne var ki bu ve buna benzer küresel ısınmanın sebep olduğu doğa olaylarında yaşanan zararda insan faktörü de söz konusudur. İstanbul'da dere yatağını inşaat faaliyetleri ile işgal etmek suretiyle yağmurdan dolayı yükselen dere suyunun denize akışı engellenmiş ve bunun sonucunda Ayamama deresinin seviyesi yükselip civardaki yerleşim alanlarını sular altında bırakmıştır.  Suyun emilmesini sağlayan toprak da bu bölgelerde betonun altına hapsedilince bir anda yağan yağmurun şehri sular altında bırakmasına şaşırmamak lazım. Sonuçta, bizler insanoğlu olarak doğanın dengesinde bir bozukluk yarattık ve bu bozukluğa bir de yanlış şehircilik uygulamalarını ekleyince ortaya yaşadığımız insan felaketleri çıktı. Bu felaketler aslında bizi bekleyen daha büyük felaketlerin habercileri niteliğinde.

 

Binaların ve yerleşimlerin küresel ısınmaya sebep olan başlıca seragazı olan CO2 salımının % 40'ından sorumlu olduğunu düşünürsek, mimarlar, mühendisler, şehir plancıları ve en önemlisi yönetmelikleri belirleyen devlet yetkililerine büyük sorumluluklar düştüğünü görürüz. Bina ve yerleşimlerin çevreye olan etkileri salgıladıkları CO2 gazıyla da sınırlı değil.  Ayni zamanda su kullanımının yaklaşık % 12'si, atıkların % 65'i ve elektrik tüketiminin de % 71'inden sorumludurlar. Bu rakamların büyüklüğü, binaların ve yerleşimlerin çevreye olan etkilerinin azaltılması için ayni zamanda büyük bir potansiyelin olduğu anlamına geliyor. Amerika'da yapılan bir çalışma, "yeşil" veya "çevreci" diye tabir edilen binaların enerji tüketiminde % 24-50, CO2 salımında % 33-39, su tüketiminde % 40 ve atıklarda % 70'e varan bir düşüş sağlayabildiklerini ortaya koyuyor. 

 

Bina ve yerleşimlerin çevreye olan etkilerinin azaltılma potansiyeli dünyada Yeşil Bina Konseyleri'nin oluşmasına sebep oldu ve bu oluşumlar da şu anda hızla devam etmektedir. Çevre Dostu Yeşil Binalar Konseyi, ya da kısa adıyla ÇEDBİK de 2007 senesinde Türkiye'deki yapı sektörünün sürdürülebilir ilkeler ışığında gelişimine öncülük etmek üzere kuruldu. ÇEDBİK'in kurulması bu küresel farkındalığın Türkiye'ye de taşınmış olduğu anlamına geliyor. Bütün Ulusal Yeşil Bina Konseyleri kar gütmeyen kuruluşlardır. Üyesi bulundukları Dünya Yeşil Binalar Konseyi aracılığı ile şu anda dünyadaki inşaat faaliyetlerinin % 50'sini temsil ederler. Avrupa'da şu anda 3 tane yeşil bina konseyi var. Bunlar Birleşik Krallıklar, Almanya ve Romanya'dır.  "Emerging", yani oluşmakta olan diye tabir edilen ve tam üyelikten bir önceki aşamada ise 6 tane Yeşil Bina Konseyi üyesi var. Bunlar Polonya, Hollanda, İspanya, İtalya, İsrail ve Türkiye"dir. Türkiye geçtiğimiz Eylül ayında, kuruluşundan sadece iki yıl sonra bu yeni statüsüne kavuştu ve çok aktif bir dernek olarak yeşil binalarla ilgili çeşitli faaliyetler yapmaya başladı ve bu faaliyetlerine devam etmektedir.

 

Dünyadaki Ulusal Yeşil Bina Konseyleri'nin deneyimi, yeşil binaların yaygınlaşmasını sağlamanın en etkili yollarından birinin bu binalara bir "yeşil etiket" vermek olduğunu ortaya koymuştur. Nasıl yediğimiz yemekler veya satın aldığımız ürünler için bir "eko etiket" söz konusu ise aynı şeyi binalar için de yapmak, bu binaların teşviki ve yaygınlaşması anlamında olumlu bir adım oluyor. Bu etiketler sayesinde bir binanın birtakım standartlar çerçevesinde yeşilliği tescil edilmiş oluyor. Bu standartlar aynı zamanda yeşil bina tasarlamak isteyen mimar ve mühendisler için kılavuz niteliği taşıyor. Sosyal sorumluluklarını yerine getirdiklerini kamuoyu ile paylaşmak isteyen şirketlere de geçerli bir etiket sağlanmış oluyor. Bütün bunların yanı sıra, en önemlisi, bulundukları ülkeye, yetkililerin zorunlu kılabilecekleri bir yeşil bina standardı getirmiş oluyorlar. Yeşil bina standartlarının kamu binalarında ve hatta özel binalarda zorunlu hale getirildiğinin örnekleri Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Avrupa ülkelerinde mevcuttur.  

 

Dünyada birçok yeşil bina sertifika sistemi var. Bunlardan başlıcaları 1990'da İngiltere'de ortaya çıkan BREEAM (Building Research Establishment Environmental Assessment Method), 1998'de Amerika Birleşik Devletleri'nde ortaya çıkan LEED (Leadership in Energy and Environmental Design), 2003'de BREEAM'den uyarlanarak Avustralya'da oluşturulan Greenstar, 2004'de Japonya'da ortaya çıkan CASBEE (Comprehensive Assessment for Building Environmental Efficiency) ve 2009'da Almanya'da ortaya çıkan DGNB Deutsche Gesselschaft fur Nachhaltiges Bauen). ÇEDBİK olarak bütün bu sertifika sistemlerinden öğrenilecek çok şey olduğunu düşünüyoruz. Ne var ki, bu sistemler birçok uzmanın katkılarıyla uzun bir çalışma sonucu ortaya çıkan sistemler. ÇEDBİK'in uzun vadedeki hedefi Türkiye'ye has bir "Bina Çevresel Değerlendirme Metodu"nun oluşturulmasıdır. Fakat bundan bir önceki en mantıklı basamak ise yukarıdaki mevcut sistemlerden birinin Türkiye'ye uyarlanmasıdır. 

 

Uzun çalışmalar sonucu ÇEDBİK, dünyadaki en eski ve yaygın sistem olan BREEAM'i Türkiye'ye uyarlamaya karar verdi ve bu doğrultuda BRE (Building Research Establishment) ile bir iyi niyet anlaşması imzaladı. Şimdiye kadar bir ülke, Hollanda, BREEAM'i ülkesine adapte etti ve bu sertifikaya BREEAM-NL adını verdi.  Bunun yanında Türkiye dahil 5 ülke BREEAM'i ülkelerine adapte etmeye karar verdiler. Bunlar İspanya, Fransa, Rusya ve Litvanya'dır. ÇEDBİK, BREEAM'ı Türkiye'ye uyarladığı zaman bu sertifikanın adı da BREEAM-TR olacaktır.

 

Türkiye'de şu ana kadar 5 tane sertifikalı bina yapıldı, 15 civarında da başvuru var. Peki 5 tane sertifikalı bina Türkiye'nin yeşil bina sektöründe yapabilecekleri açısından yeterli midir? Türkiye'deki mevcut 8.5 milyon tane binadaki senelik potansiyel enerji tasarrufunun 138 GWsaat, yani 2.5 milyar Dolar ve her sene yapılan yeni binalardaki potansiyel enerji tasarrufunun 11.2 GWsaat yani 300 milyon Dolar olduğunu düşünürsek, 5 tane sertifikalı binanın Türkiye için bir başlangıç olduğu fakat yeterli olmaktan çok uzak olduğu hemen anlaşılacaktır. 

 

Peki Türkiye'nin ne yapması lazım? ÇEDBİK olarak yeşil bina uygulamalarını yaygınlaştırmanın en etkili yolunun bu binalara devlet teşviği vermekten geçtiğini düşünüyoruz. Bunun yanında yeşil bina standartlarını kamu binalarında zorunlu hale getirmek yani Türkiye'nin bunu bir devlet politikası olarak benimsemesi, yeşil bina uygulamalarına ivme kazandıracaktır. ÇEDBİK olarak bu konudaki girişimlerimiz devam etmektedir. Uzun vadedeki hedefimiz ise yeşil bina standartlarının imar kanunları gibi yönetmeliklere girmesi ve yasal zorunluluk haline gelmesidir. Bu gerçekleştiği takdirde Türkiye ve insanları daha sağlıklı ve yaşanır bir fiziksel çevreye sahip olacaklardır. Bunun gerçekleşmesi Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneğinin en öncelikli uzun vadeli hedefleri arasındadır.


Etiketler


Slider Altına