Yerel yönetimlerde yükselen bir değer: Kültür turizmi...
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteği, sektör temsilcileri ve yerel yönetimlerin katılımıyla düzenlenen “Kültür Turizmi Zirvesi”, 23-24 Aralık 2011 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirildi. “Açık Hava Müzesi Türkiye” üst başlığı altında gerçekleştirilen Zirve’de, başarılı kültür turizmi uygulamalarına sahne olmuş kentlerin deneyimleri de değerlendirmeye sunuldu.
Konuyla ilgili oturumu yöneten Gazi Üniversitesi Turizm Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Muharrem Tuna, 10 bin yılı aşan tarihi geçmişiyle Türkiye’nin zengin bir kültür hazinesine sahip olduğunu, buna dayalı olarak geliştirilecek kültür turizminin bölgesel ve ulusal kalkınmaya büyük katkı yapacağını söyledi.
Kültürel turizm hareketlerinde son yıllarda belirgin bir artış yaşandığına işaret eden Doç. Dr. Tuna, 2002 yılında 7.5 milyon kişinin ziyaret ettiği ören yerleri ve müzelere 2010 yılında gelen ziyaretçi sayısının 3.5 kat artışla 26 milyona ulaşmasının bunun açık kanıtı olduğunu dile getirdi. Turizmin her alanında Türkiye’nin başarı hikayeleri yazmaya devam ettiğini belirten Doç. Dr. Tuna şöyle devam eti: “Ülkeye gelen turist sayısı ve turizm gelirleri açısından yıllardan beri dünyada ilk on ülke arasında yer alıyoruz. 2010 yılında gelen turist sayısı açısından yedinci sıradaydık. 2011 yılı rakamları netleştiğinde tahmin ediyorum ki İngiltere’yi geçerek altıncı sıraya yerleşeceğiz. Ayrıca şehirlerimiz belli bir kimlik kazanıyor, markalaşıyor ve giderek daha fazla sayıda turisti ağırlamaya başlıyor. Özellikle Antalyamız, 2010 yılında gelen turist sayısı bakımından dünyanın dördüncü ziyaret edilen kenti oldu. 2011 yılının rakamları açıklandığında tahmin ediyorum ki, New York’u geçip bir sıra daha atlayacak ve üçüncü sıraya yükselecek. Bu bizi gerçekten gururlandıran bir olay. İstanbul da özellikle kültür turizmine verdiği önemden dolayı ilk 10’da yer alıyor. Antalya elbette ki gururumuz, ama artık turizmimizi çeşitlendirmeli; deniz, kum, güneşe dayalı bir turizm anlayışından artık kurtulmalıyız. Evet, bizim istediğimiz turizmden çok para kazanmak, ama aynı zamanda bunu çevreye saygılı bir şekilde, sürdürülebilir olarak yapmak... Bu noktada ‘deniz, kum, güneş’ turistinin çevreye çok duyarlı bir turist grubu olduğunu söylemek pek mümkün değil. Oysa kültür turizmi bağlamında seyahat eden kitleler bu anlamda çok daha duyarlı insanlardan oluşuyor. O nedenle kültür turizmini stratejik anlamda ön plana koymalıyız. Elbette ki golf turizmi, kış turizmi, sağlık turizmi, termal turizm gibi alanlar da turizmi geliştirmek için kullanacağımız araçlardır. Ama turizmi mutlaka ve mutlaka elimizdeki değerleri tahrip etmeden gelecek nesillere bırakacak bir anlayışla yapmak zorundayız”.
“Urfa’nın üzerindeki tozu üfleyince...”
‘Ülkemizde Kültür Turizmine Yönelik Başarılı Uygulama Örnekleri’ oturumunun ilk konuşmacısı Şanlıurfa Belediye Başkanı Dr. Ahmet Eşref Fakıbaba idi... Şehrinin “tarihin başladığı noktada” kurulu olduğunu ve köklü geçmişinden süzülen birçok değere sahip olduğunu kaydeden Fakıbaba, birçok şehirde molozlar altında gömülü kalmış olan “tarih”in Urfa’da “üzerindeki toz üflenince açığa çıkacak kadar yüzeye yakın” olduğunu, bu nedenle çok şanslı olduklarını söyledi... Göreve başladıkları ilk günden itibaren kenti bir açıkhava müzesi anlayışıyla ele aldıklarını dile getiren Fakıbaba, bu yöndeki tasarım ve uygulamalarda da başarılı olduklarını belirterek şunları söyledi: “Günümüzde belediye başkanları eskiye önem verdikleri ölçüde başarılı oluyorlar. Biz de takım olarak ‘açık hava müzesi’ anlayışında başarılı olduğumuz için bugün buradayız. Yoksa bütün başkanlar çok iyi bir şekilde şehirlerinin altyapılarını, üst yapılarını, parklarını yapıyorlar. Ancak dikkat ederseniz, biz burada parklardan, yüksek binalardan, alışveriş merkezlerinden söz etmiyoruz! 2004-2011 yılları arasında şehrimizde, tarihi doku üzerinde birçok çalışma gerçekleştirdik. Bunlar arasında zemin kaplama, cephe iyileştirmeleri ve sokak sağlıklaştırmaları ile birlikte çok sayıda han, çarşı, kabaltı, çeşme, meydan ve sur restorasyonu da yer aldı. Bütün bunlar sonucunda kentte ciddi bir değişim oldu: Eskiden şehre gelen konuk otelde kalıyor, yemeğini orada yiyip Balıklı Göl’e gidiyor, akşam da Sıra Gecesi’nde katılıp kentten ayrılıyordu. Ama şimdi olay değişti: Gelen konuk Sıra Gecesi’ne katılıp ayrılmıyor artık; ertesi gün de çarşılara, hanlara, insanların arasına karışıyor, buraya özgü kültürü soluma imkanı da buluyor. Yapacağımız yeni projelerden sonra kent merkezini 1.5 - 2 günde bitirmek de mümkün olamayacak. Bu da şehrin mükemmel şekilde reklamı ve halkın mutluluğu anlamına gelecektir. Aslına bakarsınız, ben şehrimize gelen yabancı turistler için çalışmıyorum. Turizmin katkısı halkımızı motive ediyor, halkın mutluluğunu artırıyor; asıl onu önemsiyorum. Sokak sağlıklaştırma çalışmaları bu noktada son derece önemli: Sokaklardaki görüntü kirliliği, kablolar, pislikler ortadan kaldırıldı. Yeniden düzenlenmiş o viran sokaklarından birinde dolaşıyorduk geçenlerde. Bir baktım ki, vatandaşın biri bir kahvaltı salonu açmış! Yani yapılan sağlıklaştırma çalışmalarıyla herkes moral buluyor ve işe sahip çıkmaya başlıyor. Hele de para kazanmaya başlamışsa, bir bakıyorsunuz ki, almış başını gidiyor... 2004 yılında göreve geldiğimizde insanlar eski evleri otopark yapmak için yıkıyorlardı. 2005 sonrası tarihi değerler tutulmaya başladıktan sonra, bu defa o eski evlere birden bire büyük rağbet oldu. 100 liralık evler oldu 500 lira! Bizim toplam 70 mahallemizden 14 tanesi eski mahalle niteliğine sahip. Bu mahallelerde bütün kablolar yeraltına alındı, kanalizasyon ve su şebekeleri yenilendi, sokaklar kentimize özgü bazalt taşla döşendi. Şimdi İl Özel İdaresi ve Vilayetimizin liderliğinde bu 14 mahalleyi cazibe merkezi haline getirmek amacıyla yeni bir sağlıklaştırma çalışması daha başlatılıyor. Aslına bakarsanız, biz bugüne kadar tarihimize sahip çıkamamışız. Ben bile yıllarca yaşadığım bu şehrin tarihi zenginliklerinin farkına varamamıştım. Ne zaman ki belediye başkanı oldum, işte o zaman anladım. Benden önceki belediye başkanı arkadaşımı da - bazı noktalarda eleştirsem bile - en çok Tarihi Kentler Birliği’nin kurucu üyesi olduğu için takdir ediyorum... “Tarihi Kentler Birliği’nin kurucu üyesi olduğu için!” İyi ki bu birliğe kurucu üye olmuş... Olmasaydı, belki ben de bu konuda biraz daha geri kalacak, gecikecektim!”
Urfa Belediye Başkanı Dr. Ahmet Eşref Fakıbaba, kentte yapılan restorasyon ve sağlıklaştırma çalışmaları için kaynağı nereden bulduklarını soran katılımcılar arasındaki bir (başka şehrin) belediye başkan yardımcısına ise şu yanıtı verdi:
“Belediye yönetimine geldiğinizde yapılması gereken temel bir iş vardır. Bakacaksınız: Mal varlıklarınız nelerdir? Bu mal varlıkları ona buna peşkeş çekilmiş de olabilir. Yani ben öyle şeyler biliyorum ki, 1 trilyonluk mal varlığımızdan haberimiz yok farz edelim ve insanlar o mal varlığının üzerine oturmuş, birtakım şeyler yapmışlar... Biz bunu farkettiğimizde orayı değerlendiriyoruz. O mal varlığını aynı adama 1 trilyona veya 1,5 trilyona satıyoruz... Alın size kaynak! Ya da kalkınma ajansları var, ya da Avrupa Birliği’nin çok önemli fonları var. Bizim Avrupa Birliği’nden aldığımız 10 milyon Euro’yu aşan fonlar oldu. O nedenle AB fonları çok önemli. Avrupa Birliği’yle ilgili olarak sadece bir tek kişiyi çok iyi maaş vererek görevlendirebilirsiniz örneğin...”
“Mülkiyeti kime ait olursa olsun, tüm eserlere el atıyoruz!”
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe ise, “Türkiye’nin İstanbul’dan sonra tarihi değerler açısından en birikimli ikinci şehri” olarak nitelediği kendi şehrinde bu değerleri daha görünür kılmaya yönelik yapılan çalışmalardan söz etti. Bursa’nın 3500 yıl öncesinden günümüze doğru sıralanan Bithinya, Roma, Doğu Roma, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi yapılarıyla dolu şehir merkezi ve 8500 yıllık arkeolojik bölgeleriyle göz kamaştıran bir yerleşim alanı olduğunu dile getiren Altepe, daha önceleri “sanayi şehri” olarak dizayn edilmiş tek yönlü kent yapısını değiştirmek için çaba harcadıklarını söyledi. Bu uğurda ÇEKÜL Vakfı ve Tarihi Kentler Birliği ile birlikte çalıştıklarını belirten Altepe, tarihi eserleri ve sivil mimarlık örneklerini öne çıkarma konusunda engel tanımadıklarını, “mülkiyeti kime ait olursa olsun her esere el koyduklarını” söyledi.
Tarihi yapılarda “mülkiyet” meselesinin önemli problem oluşturduğunu, çok sayıda kişi veya kurum arasında dağılmış mülkiyetlerin çözülmesi zor sorunlar yarattığını belirten Altepe, sorunları ne olursa olsun aşarak anıtsal yapıları ve önemli mimarlık eserlerini ortaya çıkarma kararlılığında olduklarını dile getirdi. Altepe şöyle konuştu: “Resmi kurumlara ait binaları tahsisle alıyoruz. Vatandaşa ait binaları ise satın alıp kamulaştırıyoruz. İşhanları gibi bazı binaları ise restore ettikten sonra işletip tekrar vatandaşa iade ediyoruz. Yani fonksiyonu aynen devam ediyor. O da olmazsa - bazı hanlarda yaptığımız gibi - kat karşılığı alıyoruz; üst katlar belediyeye, daha değerli olan alt katlar ise yer sahiplerine ait oluyor. O da olmamışsa, 10-15 yıllık kira karşılığı alıyoruz. Sonuçta ne olursa olsun o eserlere el koyuyoruz. Bu konuda elimizde önemli bir argüman var: Bursa ve Bursa gibi şehirler gerçekten özellikli, birikimli şehirler. Bizlere de bu güzellikleri ayıklayarak ortaya çıkarmak düşüyor. Şu ana kadar başlatmış olduğumuz ve yaptığımız 270’nin üzerindeki restorasyon çalışması ile şehrin tarihi mirası ayağa kalkmaya başlamıştır. Bursa’nın belleklerdeki heybeti ve ihtişamını bu sayede yeniden canlandırmayı hedefliyoruz. Restorasyon ve şenlendirme çalışmaları tüm Bursa’yı kapsayacak şekilde devam ediyor. Başta Kale ve Sultan Çarşıları olarak bilinen Hanlar bölgesindeki eserler olmak üzere Gürsu’dan Mudanya’ya, Gemlik’ten Kestel’e kadar tüm bölgelerde, köylere varıncaya dek her türlü tarihi yapı restore edilerek sosyal yaşama katılıyor.”
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, şehirde yapılan restorasyon ve iyileştirme çalışmalarının finansmanı konusunda ise temel dayanaklarının sponsorlar olduğunu dile getirerek şunları söyledi: “Tarihi Eser Fonu’ndan gelen % 10’luk bir pay var, ama Bursa’da iş çok olduğu için başka kaynaklara yönelmek gerekiyor. Bazı eserlerimizi tamamen sponsorlarla yapıyoruz. Örneğin Yap-İşlet tarzıyla sivil toplum örgütleri sırada şu anda. Önceden kimse bu yapılara yanaşmıyordu, şimdi herkes sırada. ‘Bize böyle bir yer verin, ya da tarihi eserin arsasını verin, biz yapalım!’ diyorlar. Ticaret ve Sanayi Odası’na veriyoruz örneğin, ya da kurumlara veriyoruz... Birçok projeyi de bu şekilde onlarla paylaşıyoruz...”
“Lahmacun kentinden kültür kentine...”
Zirve’ye Gaziantep adına katılan Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey de kenti bir “lahmacun ve baklava” şehrinden bir ‘kültür kenti’ne dönüştürme yolunda atılan adımları anlattı. Bu dönüşümü tamamladıklarını ve aynı yolda ilerlemek isteyecek diğer şehirlere yol gösterebilecek bir kadroya sahip hale geldiklerini kaydeden Güzelbey, 2004 yılında Gaziantep’in müzelerini gezen ziyaretçi sayısı 52 bin 993 iken, “kültürel dönüşüm” sayesinde bu sayının geçen yıl 650 bin 961’e yükseldiğini dile getirdi. Başkan Güzelbeyşöyle konuştu: “Biz bu çalışmalara başlarken kendi kendimize hep şu soruyu sorduk: İnsanlar niye Gaziantep’e gelsin? Artık lahmacunun, baklavanın iyisi İstanbul’da da, Ankara’da da var! Biz onlara yeni bir şeyler sunmak zorundaydık. Bunlardan bir tanesi tarihi mirasımız, bir diğeri de müzelerimiz olmalıydı. Şehrimiz Zeugma’nın bulunduğu, M.Ö. 300 yılının zenginliğini yansıtan bir bölge. Dünyanın en büyük mozaik müzesini Gaziantep’de belediye olarak yapıp Kültür Bakanlığı’na devrettik. 2650 metrekare mozaik sergileniyor. Geçtiğimiz sekiz yıl boyunca sekiz tane müze yaptık. Hedefimiz 10 müze. “İnsanlar niye Antep’e gelsin?” sorusuna verilecek yanıtlardan birinin de bu olduğunu düşünüyorum. Bir diğer müzemiz de, Mevlevi Müzesi’dir. Burada da farklı bir konsept geliştirdik: İçeri girdiğiniz anda sensörler sizi algılıyor ve ney çalmaya, mevlevi kıyafetleri giydirilmiş mankenler de dönmeye başlıyor. Ayrıca Cam Eserler Müzesi (özel müze), Bayaz Han Gaziantep Kent Müzesi, Mutfak Müzesi, Savaş Müzesi de kültürel zenginliğimizi çeşitlendiren son oluşumlar arasında yerlerini aldı.”
1940’lardaki Gaziantep fotoğraflarına baktığında hep, “Keşke olduğu gibi kalsa, betonarme bina hiç yapılmasaymış!” duygusu yaşadığını belirten Güzelbey, tahrip olmuş tarihi yapılar ve bakımsız sokaklardan oluşan 2000’li yıllar başındaki kent fotoğrafının kendileri için çıkış noktası olduğunu belirterek şöyle sürdürdü: “2000’li yıllara geldiğimizdeki fotoğraf ne yazık ki üzücüydü: Tarihi binalar çürümüş, tarihi hanlar yıkılmış, içleri tinerciler tarafından işgal edilmiş… Ve hep gördüğümüz bir tabela: ‘Bu ev satılıktır!’ Fiyatı?.. O günkü parayla 5-6 milyar, bilemedin 10 milyar lira! Oysa bunların çoğu tescilli tarihi yapıydı. İnsanlar dua ediyordu, şiddetli bir yağmur yağsa! diye... Çünkü her sene altından bir taş çekiyorlar, şiddetli bir yağmurda bu evler yıkılıyor ve enkaz hemen kaldırılarak otoparka dönüştürülüyordu. Bu şartlar altında 15 Mayıs 2004’te ‘Tarihi evlerimizi koruyalım, yaşatalım!’ diye başlattığımız seferberlik bir tarihi milattır. ‘Gaziantep bir sanayi ve ticaret şehri olmanın yanısıra, aynı zamanda bir kültür ve turizm şehri de olmalıdır!’ diyerek şehrimize yeni bir vizyon biçtik. Ve yaklaşık iki yıl kadar bunun planlamasını yaptık ve tescilli yapıların nasıl korunacağı konusunu belli bir noktaya getirdik. Bu süreçteki büyük şansımız, Prof. Dr. Metin Sözen hocanın varlığı idi. Bizlere gece gündüz demeden yön verdi, şevk verdi, eğitim ve bilgi verdi. Esnafın bu dönüşüm sürecine katılımı son derece önemliydi. O nedenle esnafa yönelik kapsamlı eğitim seminerleri düzenledik. Ve ardından da şehrin kalbi olan Kale’deki restorasyon çalışmalarıyla işe başladık. Ve Kale çevresinde 5.5 km’lik bir kültür yolu oluşturduk”.
Kale’yi merkez alan Kültür Yolu üzerinde on sekiz tane han, on tane cami, dört tane hamam ve bir mevlevihane bulunduğunu, etraftaki konut, dükkan ve çarşılarda yapılan restorasyon, iyileştirme ve aydınlatma çalışmaları sonunda bölgenin kentin seçkin uğrak noktaları arasına girdiğini, esnafın yüzünün gülmeye başladığını belirten Asım Güzelbey, çevredeki konutların geçmişte 8-10 milyar (8-10 bin TL.) olan fiyatlarının da şimdilerde 100-150 bin TL’lere ulaştığını dile getirdi. 2004 yılından bu yana gerçekleştirilen bütün projelerin Avrupa Birliği’nden sağlanmış hibe kredilerle finanse edildiğini kaydeden Başkan Güzelbey, AB çıkışlı hibe kredileri en çok kullanan belediyeler arasında bulunduklarını da sözlerine ekledi.
“Yedir-içir-kızart-gönder’ turizmi sürdürülebilir değil!”
Örnek kültür turizmi uygulamalarıyla Zirve’de tanıtılan yerel yönetimlerden bir diğeri de Muğla Belediyesi idi. Muğla Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, kentte bu kapsamda hayata geçirilmiş projeler hakkında bilgi aktardı. Antik Mobolla kentinin yer aldığı Asar Dağı eteklerine kurulu olan 80 hektarlık Muğla Kentsel Sit Alanı içinde 377 adet tescilli sivil mimarlık örneği yapı ile 25 adet anıtsal tescilli yapı bulunduğunu belirten Gürün, bunların yanısıra kent sınırları içerisindeki 195 ayrı ören yeri ile Muğla’nın kültür turizmi açısından son derece önemli bir merkez konumunda olduğunu vurguladı. Belediye olarak yedi ayrı tescilli yapıda restorasyon gerçekleştirdiklerini, iki alanda ise yenileme projesi uyguladıklarını belirten Başkan Gürün, ülkede turizmi çeşitlendirmek ve kültür turizmine özel önem vermek gerektiğinin altını çizerek şunları söyledi: “Kültür turizmi ile birlikte ve onun yanında spor turizmi, sağlık turizm ve diğer turizm ayaklarını da canlandırmamız gerekiyor. Şu anda ülkemizde turizmin ana öğesi, kıyı-deniz turizmidir. Muğlamız da bunun örneklerinden bir tanesi. İlimizde hepsi birbirinden değerli turizm merkezlerimiz var; ama oralarda ‘yedir-içir-kızart-gönder’ turizmi yapılıyor. Turist herşey dahil tarifesiyle yerleştiği otelde dilediği kadar yiyip içip, orada bembeyaz tenini güneşte yakıp kızartarak ülkeden ayrılıyor. Ve bunun adı da ‘Türkiye’ye geldi’ oluyor. Ama Türkiye’yi, Türk insanını görmeden otelinden çıkıp gidiyor. Bu mutlak değişmeli, çünkü bu sürdürülebilir bir turizm değil. Bunu özellikle kültür turizmi ile beslemeli ve öylece döndürmeliyiz. Yani kültür turizmini ana/başat hale getirip, kıyı turizmini de onun yanında, ona destek olan bir turizm haline getirmeliyiz. Eğer bunu yapmazsak geleceğe sürdürülebilir bir turizm ile taşınabilmemiz mümkün görünmüyor. Kültür turizmini sadece gelir olarak ülkeye katkısı boyutuyla değil, aynı zamanda kendimizi tanıma, geçmişimizi anlama ve o bilinçle geleceğe yürüyebilme açısından önemsememiz gerekiyor”.
Muğla kent içinde belediye ve diğer kurumlarca yapılan düzenleme ve restorasyonlar sonrasında geçmişte var olan “Ne gereği var bu eski yapının burada? Yıkıp geçelim!” anlayışının ortadan kalktığını, “Bunun sağını solunu onarır, restore edersem, bu işten para kazanırım!” düşüncesinin geçerli hale geldiğini kaydeden Gürün, “Eskiden biz halka rağmen tarihi korumaya çalışıyorduk; şimdi ise halk bunun kendisine ekonomik olarak katkı sağladığı bilinciyle bize katılmaya, hatta önümüze geçmeye bile başladı” diye konuştu. Sponsorların restorasyon amacıyla yapacağı harcamaların vergiden düşülmesi konusunda hâlâ ilerleme sağlanamadığını, bunun gerçekleşmesi halinde çalışmaların daha da hızlanacağını belirten Dr. Osman Gürün, koruma ile ilgili en önemli sorunlardan birinin “koruma kurallarının kendisi” olduğunu söyledi ve şöyle sürdürdü: “Her Kurul değişiminden sonra ‘Bana göre böyle!’ kararları çıkıyor. Hatta aynı Kurul’un bir önceki Kurul üyeleri tarafından alınmış kararı ile bir sonraki Kurul’un kararları arasında çelişkiler oluyor. Bu konuyla ilgili benim önerim, bir Üst Kurul’un temyiz gibi çalışması ve içtihat oluşturması olabilir. Ki, Kurullar arası eşgüdüm sağlanabilsin. Yoksa ‘Bana göre öyle!’ kararları devam ettiği sürece projelerin yapılamaması, biraz daha beklemesi durumu ortaya çıkıyor. Kurullar olmalı, ama hayatın gerçekleriyle uyumlu hareket etmeli. Biz Kurul’dan bir projeyi çıkardığımızda neredeyse kurban kesecek duruma geliyoruz”.
Gökçek: “İş ve işlem yapamadık!”
Bir diğer konuşmacı olan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ise sunumuna, “Bizim Ankara’da yapacağımız işlerde, başta tarihi mirasa sahip çıkma konusu olmak üzere, önümüze hep mahkeme kararları engel olarak çıktı. Mahkeme kararları dolayısıyla iş ve işlem yapamadık” sözleriyle başladı. Mahkemelere intikal ettirilen belediye tasarruflarıyla ilgili 100 karardan 90-95’inin aleyhlerine çıktığını belirten Gökçek, bu noktada adını vermeden Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni eleştirerek, davalara hep ‘Belediye’ye karşı önyargılara sahip bir üniversiteden bilirkişiler tayin edildiğini’, öyle olunca da hazırladıkları planların iptalinin sadece birkaç ay sürdüğünü söyledi. Gökçek şöyle konuştu: “Bu durumda kültürel mirasımız üzerinde sadece ‘geçiş dönemi yeniden yapılanma’ koşullarına dayanarak restorasyon faaliyetlerine başladık. Ve özellikle de Ulus tarihi kent merkezi ve Hacıbayram kentsel dönüşüm projesi üzerinde durduk. Buraya yapmış olduğumuz master planı da maalesef mahkeme iptal edince, Hacıbayram Camii ve Kale çevresinde yoğunlaştık ve burada çok güzel bir restorasyon gerçekleştirdik: Hacıbayram Camii’nin arka kısmını (ikinci kısmını) tamamen yıktık, yeraltına yeni bir cami koyduk, birinci kısım ile ikinci kısmı restorasyon neticesinde birbirinden ayırt etmeniz kesinlikle mümkün değil. Bu caminin en önemli özelliklerinden biri de tuvaletleri… Eşi hiçbir camide, hatta beş yıldızlı otelde dahi yok. Son derece modern bir yer oldu. Hacıbayram Camii’nin arkasındaki binaların fiyatları daha önce arsasıyla birlikte 50 bin TL civarında idi. Şu anda 1 trilyon liraya vermiyorlar. Yepyeni bir Hacıbayram bu şekilde doğmuş oldu… Öte taraftan tarihi Roma Tiyatrosu’nun restorasyonu için gerekli hazırlıklar da yapıldı; Kültür ve Tabiat Varlıkları’nın ön onayı alındı. 2012 sonunda Roma Tiyatrosu’nu canlanmış olarak görebileceğinizi zannediyorum. Hacıbayram’ın hemen arkasındaki Hıdırlık Tepe’de 50 bin metrekare üzerine bir İnanç ve Tarih Müzesi kuruyoruz. Tamamen gecekondularla dolu olan bu semtte bu müzeyi iki sene içerisinde bitirmek istiyoruz. Ayrıca Ankara Kalesi içerisinde restorasyon ve altyapı çalışmalarımız da başladı. Onun da iki yıl içerisinde kente değişik bir şekilde kazandırılması söz konusu olacak”.
Ankara’nın turizm açısından fakir bir il olduğunu, bu durumu değiştirmek için çalıştıklarını söyleyen Melih Gökçek, kentteki alışveriş merkezleri ile büyükşehirin düzenlediği rekreasyon alanlarının yerli turistler için önemli cazibe merkezleri olduğunun altını çizerek şunları söyledi: “Şu anda Türkiye’de kişi başına düşen AVM metrekaresi bakımından bir numarayız. Yani İstanbul’u da geçmiş bulunuyoruz. Ayrıca yapmış olduğumuz rekreasyon alanları Türkiye’nin ve hatta dünyanın hiçbir kentinde bu kadar geniş olarak yok... Sekiz tane dev rekreasyon alanına ilave olarak bir tanesinin daha yapımına devam ediyoruz. Yaz aylarında otobüslerle yerli turistlerin buralara gelmesi bizi ziyadesiyle memnun ediyor. İlimizde turizmi daha da zenginleştirmek için ciddi bir çalışma içerisindeyiz. Bir Medeniyetler Müzesi’ni Ankara’ya önümüzdeki üç-dört yıl içerisinde kazandırmış olacağız. Bu Türkiye’nin en büyük müzesi olacak. İki yıl içerisinde Ortadoğu’nun en büyük tema parkı ve hayvanat bahçesini (1 milyon 800 bin metrekare) bitirmeyi planlıyoruz. Herkesin zihninde canlandırdığı tarzda bir hayvanat bahçesi değil, çok değişik bir anlayışla düzenlenecek. Evcil hayvanlar ve yabani hayvanlar bir arada bulunacak, ayrı ayrı 15 tane gösteri merkezinin ve büyük bir tema parkının bulunduğu bir park olarak hizmet verecek. Özellikle yapmak istediğimiz konulardan biri de termal tesislerin turizme kazandırılmasıdır. İl sınırları içerisinde sekiz ilçemizde sıcak su imkanı var. Ümit ediyorum ki, önümüzdeki sekiz-on sene içerisinde Ankara termal turizm açısından da inanılmaz atak yapacak. Bütün bunlar bir araya geldiğinde Ankara’nın turizmde diğer vilayetlere yaklaşabilecek bir potansiyele ulaşabileceğini düşünüyoruz”
Deniz turizminden vazgeçmek ya da geçmemek!
“Kültür Turizminde Başarılı Uygulama Örnekleri” oturumunun sonundaki soru-cevap bölümünde söz alan Muğla Kültür Turizm İl Müdürü Kâmil Özer, kültürel mirasın ve sivil mimari örneklerinin ayağa kaldırılması yönünde yerel yönetimlerce yapılan çalışmaların her türlü övgüye değer olduğunu, ancak “deniz, kum, güneş” turizminden vazgeçilemeyeceğini söyledi. Deniz, kum ve güneş için Türkiye’ye 30 milyon turist geldiğini, buna karşın “kültür turizmini canlandırmak amacıyla yapılan bütün çalışmalardan sonra bile” Gaziantep’e 58 bin kişi geldiğini söyleyen Özer şöyle sürdürdü: “Kültürel mirası ve değerlerimizi ortaya çıkarmak çok önemli bir hizmet. Ama bunları ortaya çıkarmak tek başına turizm yapmaya yetmiyor. Bunları yapmak başka bir şey, turizmi yapmak başka bir şey. Çünkü insanlar bu ülkeye sadece Gaziantep’i, Urfa’yı, Muğla’yı görmek için gelmiyorlar. O nedenle başka başka turistik amaçlarla Türkiye’ye gelenleri, oralara da götürmenin yollarını aramalıyız diye düşünüyorum. Yani kültür turizmi alternatif olarak değil, var olan turizmle birlikte olursa, bu yapılanlar daha çok değerlenir ve doğru turizm olur. Yeni bir şey yaparken, onun öncesini ve daha iyi olanı yok saymamak gerekir”.
Bunun üzerine söz alan Tarihi Kentler Birliği Danışma Kurulu Başkanı ve ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen, hayli sert bir üslupla, “Biz ‘kültür turizmi’ derken, işte bu zihniyeti değiştirmek; bizim (Türkiye’nin)üzerimizden alınmış toprak parçalarında (deniz, kum, güneş turizmi ile) elde edilen gelirlerin bize dönmesini, yerelde kalmasını sağlamak istiyoruz” dedi.