Şehirler neden giderek daha akıllı oluyor?
Gitta Rohling
Siemens Gelecek Trendler Dergisi
Temmuz 2015
Dünyanın çoğu kısmında, şehirler baş döndürücü bir hızla büyüyor. Bu büyüme, barınma ve elektrikten, temiz içme suyu, mobilite ve güvenliğe kadar değişen geniş bir yelpazedeki verimli hizmet sunumu gereksinimini de aynı hızda artırıyor. Peki ya çözüm? Birbirleriyle bağdaştırılmış bilgi teknolojileri…
Bugün “akıllı” bir şehir sizde nasıl bir izlenim uyandırır? Bunu öğrenmek için öncelikle İngiliz piyasa araştırma firması Juniper Research tarafından 2015 yılında “Dünyanın En Akıllı Şehri” ilan edilen Barselona’ya bir göz atmak gerekir. 1,6 milyondan fazla nüfusu olan bu şehir, daha şimdiden son derece başarılı olduğunu gözler önüne seren yerel toplu taşımacılık sistemini ve elektrikli araç kullanımını teşvik eden bir program uyguluyor. Barselona caddelerinde şu anda 500 hibrit taksinin yanı sıra 300’e yakın belediyeye ait elektrikli araç ve yaklaşık 400 özel elektrikli araba dolaşıyor. Bu program aynı zamanda yaşam kalitesini artırmak ve çevreyi korumak için enerji ve su arzıyla aydınlatma, mobilite sistemlerinin entegre edilmesini de öngörüyor. Ayrıca bu şehir, idari birimlerinin şeffaflığını ve hemen el altında bulunabilirliğini sağlamak için açık hükümet önlemlerini de hayata geçiriyor.
CO2 salımlarını nasıl kontrol altına almalı?
Günümüzde şehirlerde yaşayan insan sayısı giderek artıyor. Dünyanın en büyük metropolitan alanı olan Tokyo, daha şimdiden 37 milyon gibi afallatıcı bir nüfusa ev sahipliği yapıyor. Birleşmiş Milletler, 2030 yılı itibarıyla dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ının kentsel alanlarda yaşıyor olacağını tahmin ediyor.
Üstelik bu eğilim, sadece endüstrileşmiş uluslarla sınırlı değil, aynısı gelişmekte olan ülkeler için de geçerli. Ancak bu artış beraberinde çok sayıda sıkıntıyı da getiriyor. Çoğu şehrin başı, daha şimdiden konut eksiklikleri, aşırı yüklenilmiş altyapılar ve su ile enerji arzında dar boğazlar gibi sorunlar yüzünden ağrıyor.
Aynı zamanda büyük ölçüde bu şehirlerin kendilerinin yarattığı salımlar sonucunda ortaya çıkan iklim değişikliğinin neden olduğu doğal afetlerle de tehdit ediliyorlar.
Her ne kadar şehirler bugün dünya yüzeyinin sadece yüzde 2’sini işgal ediyor olsa da global CO2 salımlarının yüzde 70’inden fazlasından sorumlu. Ancak tüm bu kasvetli havanın ortasında birtakım iyi haberler de yok değil: Ulusal Enerji Ajansı (IEA), ekonomik büyümeyle sera gazı salımları arasındaki tarihsel yakın ilişkinin artık zayıflamaya başladığını bildiriyor. Nedeni ise enerjinin artık çok daha verimli üretilmesi ve tüketilmesinde yatıyor.
Yaygınlaşan mobilite
İnsanlar ne kadar birbirlerine yakın ve tıklım tıklım olursa A noktasından B noktasına gitmek o kadar zorlaşır. Ancak çoğu durumda bilgi teknolojileri, optimum çözümlere giden kestirme bir yol sunabilir. Örneğin akıllı telefonlarda alternatif güzergahlar veya ulaşım yöntemleriyle ilgili gerçek zamanlı ve doğru tavsiyeler verilmesiyle trafik sıkışıklıklarının önü alınabilir. Günümüzden hiç de uzak olmayan bir gelecekte muhtemelen kendi kendine giden elektrikli arabalar, kazaları önlemek ve bir aracın kendi kendine park etmesi veya kendi mobilite planını değiştiren bir başka araca o park alanını vermesi gibi duruma özel kararlar alması için birbirleriyle iletişim kurabilir hale gelecek. Kısa mesafeler ve yoğun nüfuslu alanlar, bu gibi servislerin kullanımı açısından şehirleri ideal kılmaktadır.
Mobilitenin yaygınlaşmasıyla birlikte bir ağ teknolojisi olarak nesnelerin internetinin ve tahminler üretmek için akıllı verilerin kullanımının da çok sayıda diğer kentsel altyapıları ve hizmetleri yeniden şekillendirmeleri bekleniyor. Mesela gelecekte enerji üretimiyle talebini daha önce hiç olmadığı kadar doğru seviyede denkleştirmek, sayıları giderek artan birbirinden bağımsız sistemleri yönetmek, ısıtma ve elektrik piyasalarını birleştirmek ve endüstriyel tesisleri, binaları ve araçları sadece birer enerji kullanıcısı değil ama aynı zamanda birer enerji tedarikçisi olarak da birbirlerine entegre etmek mümkün olabilecek. Bu sayede teknolojiler ve hizmetler için yepyeni pazarlar yaratılmış olacak.
PriceWaterhouseCoopers (PwC) finansal denetim firması tarafından yürütülen bir araştırmaya göre dünyadaki enerji tedarikçilerinin yüzde 94’ü, 2030 yılına kadar iş modellerinin dönüştürüleceğine veya en azından ciddi bir şekilde değişeceğine inanıyor. Dünyanın dört bir köşesindeki enerji tedarikçilerine piyasa üzerinde en büyük etkiyi hangi teknolojik gelişmenin yaratacağı sorulduğunda ise yüzde 60 ile enerji verimliliğini artıracak, ardından yüzde 56 ile güneş modüllerinin fiyatını hızla aşağıya çekecek, yüzde 53 ile talep yönetimine yönelik yeni teknolojilerin ortaya çıkmasını sağlayacak ve yüzde 51 ile de akıllı sayaç sistemlerinin ve enerji şebekelerinin önünü açacak önlemlere dikkat çekiyorlar.
BITKON dijital derneği tarafından Fraunhofer Sistemler ve İnovasyon Araştırmaları Enstitüsü’ne yaptırtılan bir araştırmada, Alman enerji sektörünün akıllı şebekelerin kullanımını da içerecek şekilde komple birbirine bağlanması ve dijitalleştirilmesi sayesinde yılda yaklaşık 9 milyar Euro tutarında tasarruf yapılabileceği hesaplanmış. Bu tasarruflardan 5,5 milyar Euro ile aslan payını alan kısmı ise sadece akıllı şebeke yönetimiyle başarılabilecek. Endüstriyel üretimin ve özel kullanımın elektrik talebi her iki sektörün de yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili günlük arz dalgalanmalarını etkin bir şekilde kapatmalarına izin verecek şekilde aynı hizaya getirilebilir. Milyarlarca Euro’yu bulabilecek ekstra tasarruflar da otomatik bina yönetim sistemleri ve şebeke inşaatlarında maliyetlerin düşürülmesiyle sağlanabilir. Bu yüzden bu hedefleri tutturacak teknolojilerin tedarikini yapabilecek şirketler için iş potansiyeli devasa boyutlarda. Bilhassa da kentsel alanların akıllı şehirlere dönüşmesinin yeni standartlar belirlenmesini zorunlu kılacağı ilk aşamada bu işe girenler için.
Akıllı şehir teknolojilerine yapılan yatırımlar artıyor
Bu örnekler aslında çeşitli altyapılardan gelen verileri birleştiren şehirlerin kendi verimliliklerini nasıl artırabileceklerini, paradan nasıl tasarruf edebileceklerini, çevre üzerindeki baskıyı nasıl azaltabileceklerini ve kendi sakinlerine nasıl daha yüksek bir yaşam kalitesi sunabileceklerini çok güzel anlatıyor. Bu gibi önlemler muhtemelen hepsi de her seviyeden akıllı servislerin önünü açacak olan tedarik ve atık teknolojilerini, bilgi ve iletişim yapılanmalarını ve sosyal ağları kapsayan karmaşık bir bilgiler ağıyla sonuçlanacaktır. OECD’ye göre 2010 ile 2030 yılları itibarıyla dönemde tüm altyapı projeleri için gerekli global yıllık yatırım tutarı yaklaşık 1,8 trilyon Dolar civarında olacak ve bu rakamın büyük bir bölümü şehirlere yatırılacak.
Bu uçsuz bucaksız yatırımlar nihayetinde yeni iş segmentleri yaratacak. Almanya’nın Elektrik, Elektronik & Bilgi Teknolojileri Derneği (VED) tarafından yapılan bir araştırmada akıllı şehir teknolojilerine yönelik segmentin büyük bir hızla gelişeceği vurgulanıyor. Bu derneğin 1.300 üye şirketinden üçte ikisi, 2030 yılı itibariyle akıllı şehirlerin sayısında ekonomik anlamda çok ciddi bir sıçrama yaşanacağını ümit ediyor. Technavio piyasa araştırmaları şirketi, 2014 ile 2019 yılları arasında global akıllı şehirler pazarında yılda ortalama % 16,6’lık bir büyüme görülmesini bekliyor.
2014 yılında Kuzey ve Güney Amerika bu alanın liderleriydi ve birincilik koltuğuna net bir şekilde Kuzey Amerika oturuyordu. 2014 yılında % 25’in hemen altında aldığı payla otomasyon segmenti akıllı şehirler pazarının lideriydi. Akıllı şebekeler ise bir sonraki en büyük pazar dilimini oluşturuyordu (% 17,2). Kamu güvenlik sistemleri % 16 ile üçüncüydü. Akıllı su tedarik ve arıtma sistemleri de sadece % 0,2’lik pazar payıyla bu listenin son sırasında yer alıyordu.
Navigant Research’daki piyasa araştırmacıları, 2023 yılına kadar olan dönem için bir dizi tahminlerde bulundu. O gün geldiğinde akıllı teknolojilerden yaratılacak global gelirin, bugünkü 8,8 milyar Dolar’lık seviyesinden 27,5 milyar Dolar’a fırlayarak 2013 seviyesini 3’e katlayacağını öngörüyorlar. 2023 yılında en büyük teknoloji pazarının yıllık bazda 11,3 milyar Dolar’lık bir hacme ulaşması beklenen Asya-Pasifik bölgesi olması umuluyor.
Daha dirençli şehirlere doğru
Dijital ağlaşma sonuçta ortaya “akıllı şehir merkezleri”nde toplanacak ve işlenecek devasa ve giderek büyüyen bir veriler hacmi çıkaracak. Akıllı şehirlerdeki binlerce sensör ile veri tabanı her türden bilgiyi sunabilir hale gelecek.
Yeni iletişim teknolojileri her geçen gün hükümet ve sosyal kuruluşlarla özel bireyler arasındaki koordinasyonu daha da artıracağından, bu gibi gelişmelerin kamu güvenliğini de iyileştirmesi bekleniyor. Mesela bir kasırga çıkacağı öngörüldüğünde, ilgili bütün veriler toplanacak, analiz edilecek ve değerlendirilecektir. Önceden tanımlanmış basamaklı bir bilgi zinciri ile enerji tedarikçileri, hastaneler, ulaştırma operatörleri ve tesis yöneticileri anında bilgilendirilerek uygun önlemleri zamanında almaları sağlanacak. Ağ tabanlı hizmetler sayesinde kaynakları optimum seviyede değerlendiren ve potansiyel hasarı minimum seviyeye indirgeyen şehir yönetim sistemleri yaratılmış olacak. İşte biz tüm bunlara dirençlilik diyoruz. Bir başka ifadeyle dirençli şehirler, potansiyel anlamda tehlikeli durumlarla esnek yöntemlerle başa çıkabilir.
Bu alanda da Barcelona çığır açıcı bir şehir olarak değerlendiriliyor. Bugün orada, tüm kentsel dirençlilik sorunlarıyla ilgilenmek için ayrı bir idari bölüm kurmuş durumda. Burada coğrafi bir bilgi sistemi, belediye altyapısındaki verileri kamu idaresi, çevre, kamusal alanlar ve nüfus gibi alanlardan toplanan bilgilerle harmanlıyor. Temel hedef ise planlı ve plansız olayların etkisini değerlendirmek ve bu şehrin onlara tepki verme yeteneğini geliştirmek.