Header Reklam
Header Reklam

“Amacımız, beklenen İstanbul depremini afet olmaktan çıkarmak”

13 Kasım 2020 Dergi: Kasım-Aralık 2020
“Amacımız, beklenen İstanbul depremini afet olmaktan çıkarmak”

İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Dr. Tayfun Kahraman

Ege Denizi’nde meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki deprem, akıllara beklenen o “büyük” İstanbul depremini getirdi. Depremle birlikte İstanbul gibi büyük kentlerdeki çarpık yapılaşma, zemin ve yapı stokunun niteliği yeniden tartışma konusu oldu. Biz de e-Belediye dergisi olarak İBB Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Dr. Tayfun Kahraman ile ülkemizin karın ağrısı deprem konusunu ve endişeyle beklenen İstanbul depremine karşı İBB’nin çalışmalarını konuştuk. Kahraman’ın verdiği mesajlar, deprem gerçeği karşısında nasıl bir kolektif şuur içinde olmamız gerektiğinin altını çizdi ve İBB olarak gerçekleştirilen sistematik çalışmanın yol haritasını çizdi. Dikkatlice ve düşünerek okumanız dileğiyle…

Önceliğimiz, afet odaklı bir kentsel dönüşüm

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanıyım, aynı zamanda Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde doktora öğretim üyesiyim. Bu dönemde biz özellikle İstanbul’daki kentsel dönüşüm projeleri, deprem, zemin ve yapı stokumuza ilişkin çalışmaları yürütüyoruz. Şu anda dairemizin genel konjonktürü, daha çok deprem ve kentsel dönüşümle ilişkili konular.

İstanbul’da deprem riskinin boyutu gerçekten çok büyük. Yakın zamanda İzmir açıklarında meydana gelen bir deprem nedeniyle çok büyük bir acı yaşadık. Beklenen İstanbul depreminin, Marmara Denizi içerisinde gerçekleşeceği belirtiliyor ve İstanbul depreme bu haliyle yakalanırsa, boyutu çok yıkıcı olacak. Yani çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. 

İstanbul’da 7 üzerinde bir deprem gerçekleşmesi bekleniyor, bunun da 30 yıl içinde olma olasılığının yüzde 65 mertebesinde olduğu belirtiliyor. Fakat buna karşılık bugüne kadar kamu binalarında özellikle güçlendirmeler ve müdahaleler olmasına rağmen, ne yazık ki sivil mimarlıkta çok yol kat edememişiz. Göreve geldiğimizde o güne kadar yapılmış olan, özellikle kentsel dönüşüm alanında bazı çalışmalar vardı. Fakat bizde kentsel dönüşümün anlamı çıkış noktasının uzağında, bambaşka yerlere gitmiş. Kentsel dönüşüme; vatandaşın kafasında da idarecinin kafasında da “değer yaratma aracı” olduğu anlamı yüklenmiş. Biz, kentsel dönüşümün anlamını tamamen bir “afet odaklı kentsel dönüşüm” olarak değiştirmek istiyoruz. 

Kentsel dönüşüm, bir değer yaratma aracı olarak görülmemeli

Artık kentsel dönüşümde “değer üretmeliyiz” anlayışını bırakmalıyız. Kentsel dönüşüm, bir değer yaratma aracı olarak görülmemeli. Kentsel dönüşüm tamamıyla sağlıklı kentlere ve sağlıklı konutlara ulaşmak ve yaşam hakkını savunmak için bir araç. Bunu vurgulamamız gerekiyor. Diğer yerel yönetimlerin de önceliğinin, sağlıklı bir kent ve sağlıklı bir konut altyapısı olmalı. Tabii sadece konut değil, bunun içinde sanayi yapıları, ticari yapılar ve kamu sektörünün kullandığı yapılar da yer alıyor. Tüm bu yapıların sağlıklı hale getirilmesi şart.

İBB, yaşam hakkını savunan bir çizgide hareket ediyor

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu, İstanbul’da 26 Eylül’de gerçekleşen 5.8 büyüklüğündeki depremden hemen sonra 14 Ekim 2019 tarihinde Meclis Toplantısında Deprem Seferberlik Planımızı açıkladı. Deprem Seferberlik Planımızda da altını çizdiğimiz gibi bizim asıl önceliğimiz, afet odaklı bir kentsel dönüşümdür, kentsel dönüşümün merkezine afeti koymaktır. Bir değer yaratmak yönünde kentsel dönüşümün çok başarılı olmadığını da hepimiz günlük hayatımızda tecrübe ettik, ediyoruz. Şu anda mesele binaları kurtarmak değil, mesele tamamen canlarımızı kurtarmak olmalı. İBB, yaşam hakkını savunan bir çizgide hareket ediyor. Yaşam hakkı ve İstanbulluların yaşam haklarını savunan çizgimizden dışarı çıkmıyoruz. 

Göçme riski bulunan “çürük diş” binaları ayıklayacağız

Tayfun_Kahraman2Bu kapsamda, öncelikli olarak elimizde olan envanter çalışmaları üzerinden yeni bir sistem kurguluyoruz. 2003’te hazırlanmış olan deprem master planını raftan indirdik. Elimizde Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2003 yılında ortaklaşa hazırlamış olduğu etkin bir rapor var. Biz İstanbul için doğru bir rota çizen bu rapor uyarınca hareket ediyoruz. Bununla ilgili yapı tespit çalışmalarına başladık. İstanbul deprem master planının en önemli unsurlarından biri yapı tespit çalışmalarıdır. Bugün elimizde istatistiki veriler var. Bu veriler, İstanbul’da daha önce Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Mühendisliği Bölümü ile yapılmış hasar tahmin çalışmaları. Bu hasar tahmin çalışmalarını geçtiğimiz aylarda web sitemiz üzerinden yayımladık. İlçe ilçe, hatta mahalle mahalle hasar tahminlerimizi ortaya koyduk ve bunları da İstanbullularla paylaştık. Fakat bununla yetinmiyoruz. Bunun yanında hasar tahmin çalışmalarının içinde 48.000 binanın ağır ve çok ağır hasar alması beklendiği söyleniyor. Bu konuda esas hedefimiz, göçme riski bulunan bu 48.000 binayı, “çürük diş” dediğimiz bu binaları ayıklamak. Bunu gerçekleştirebilmek için İstanbul’da bir tarama çalışmasına başladık. İlk olarak Avcılar ve Silivri’deki pilot çalışmalarımız tamamlandı. Pilot çalışmalarımız üzerine şu anda yeniden sahaya çıktık ve çok daha büyük ekiplerle birlikte saha çalışmalarımıza devam ediyoruz. Hedefimiz bu yıl sonunda Avcılar ve Silivri’deki bütün binaların taranmasını tamamlayarak müdahale etmek. 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak risk analizlerini yapıyoruz, ancak Deprem Yönetmeliğine tabi bir analiz değil bu. Burada şunun altını çizmem gerekiyor: Deprem Yönetmeliğine istinaden yapılan risk analizi karot alım yöntemiyle birlikte gerçekleştirilen, Deprem Yönetmeliğinin önermiş olduğu bir analizdir. Biz bu riskli yapıları tespit edecek ve riskli yapı sahiplerine analiz sonuçlarını bildireceğiz. Fakat sonrasında yapı sahiplerine söyleyeceğimiz ilk şey Deprem Yönetmeliğine istinaden bu riskin analizini gerçekleştirmeleri ve yapılarından karot aldırıp bunun üzerine de gerekli müdahaleyi yapmaları gerektiği olacak. Çünkü bizim yaptığımız çalışma tamamen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin analizi çalışması. Ayrıca şunu da vurgulamakta fayda var, özellikle kentteki kırılgan konut dokusunu yenilemek sadece binaları yıkıp yeniden yapmak değildir. Güçlendirme de bu model ve metotlardan biri. Her bina yıkılıp yeniden yapılmak zorunda değil. Bazı binalarımızın güçlendirmeyle beraber afetlere karşı kırılganlığını ortadan kaldırabiliriz.

Önceliğimizi riskin büyüklüğü belirliyor

Riskin en büyük olduğu ilçeleri ve bu ilçelerdeki riskli binaları önceliğimize alıyoruz. Çünkü önceliğimizi riskin büyüklüğü belirliyor ve tüm müdahale yöntemimiz bunun üzerine kurulu. Yani en risklilere önce müdahale edip daha sonrasında risk sıralamasına göre hareket edeceğiz. Bu anlamda riskin en yüksek olduğu ilçelerimiz Avcılar ve Silivri’den başladık, sonrasında risk sıralamasında öne çıkan üç ilçemizle çalışmalarımıza devam edeceğiz. Üç aylık periyotlarla üç ilçedeki çalışmalarımızı bitirmeyi hedefliyoruz. Bu hedefle hareket edersek 2024 yılı başlamadan 39 ilçemiz için çalışmalarımızı tamamlamış olacağız.

İlk olarak müdahale edeceğimiz riskli yapılar, İstanbul’da 2000 yılından önce yapılmış binalardan oluşuyor. 2000 yılından sonra inşa edilen binaları da inceleyeceğiz ama bunlar aşama aşama olacak. Bildiğiniz üzere 1999 depreminden önce yürürlükte olan 1998 yönetmeliği ve 2007 yönetmelikleri, ufak çaplı birkaç değişiklik dışında neredeyse aynıdır. Ancak, 2018 deprem yönetmeliği, öncekilere göre, özellikle deprem yüklerinin hesabında ve bina tasarımında kullanılacak hesap yaklaşımlarındaki detaylar açısından diğerlerinden farklıdır. Deprem dayanımlı yapı tasarımı, yapı yükseklikleri, deprem yer hareketinin tanımı ile ilgili değişiklikler, yerel zemin sınıfı tanımı ile ilgili değişiklikler, bina önem katsayısı, bina performans hedefleri ve tasarım yaklaşımları, betonarme ve diğer yapı malzemelerine öznel bölümler gibi çok ayrıntılı zorunluluklar getirilmiştir. 2007 yönetmeliği öncesi ve sonrasında geçerli olan deprem bölgeleri haritaları ve tasarımda kullanılan tek bir değer olan spektral ivme katsayısı yerine, 2018’den sonra Türkiye’deki her nokta için sismik tehlike haritasından, kısa ve uzun periyot bölgelerine karşılık gelen spektral ivme katsayıları kullanılmakta ve tasarım ivme spektrumu bu değerlere göre oluşturulmaktadır. Dolayısıyla 2018 öncesi inşa edilmiş binalar, mevcut yönetmeliklerdeki kabuller ve önerilerden dolayı, inşa edildikleri şartlar gereği, artık daha riskli olarak kabul edilebilir. Fakat bu durum her binanın riskli olduğu anlamına gelmiyor. Biz tam da bu noktada riskli olan binaları tespit etmek üzere çaba harcıyoruz. İlk önceliğimiz de göçme riski olan binaları bulmak ve bir an önce ya yeniden yapma ya da güçlendirme yöntemiyle bu binalara müdahale etmek, bunun sonucunda da İstanbul’da riskli yapı stokunu ortadan kaldırmak. 39 ilçemizdeki tüm konut ve kamu yapılarının güçlendirilmesi birinci önceliğimiz. Bunun sonucunda İstanbul’da artık riskin yönetilebilir hale geldiği güzel bir tabloyla karşı karşıya kalacağız. 

İstanbul depremine karşı topyekûn seferberlik hali içinde olmalıyız

Tayfun_Kahraman4Bahsettiğim bu riskli binalar zaten olası deprem gerçekleştiğinde büyük hasar alacak ve kullanılamaz hale gelecek. Biz bunları neden şimdiden dönüştürmeyelim? Deprem sonrasında bunun maliyeti emin olun ki çok daha büyük olacak. O nedenle bugün bu konsantrasyonu gerçekleştirirsek, bu konsantrasyonla birlikte hareket edersek bu riski ortadan kaldırmış ve hepsinden önemlisi can kayıplarımızı önlemiş oluruz. Ekonomik açıdan baktığımızda ise riskin ortaya çıkaracağı ekonomik kaybı da kazanca çevirmiş oluruz. Bu konuda Şili örneğini vermek isterim. Şili’de 60’lı 70’li yıllarda büyük depremlerle birlikte yıkımlar ve can kayıpları yaşanıyordu. Fakat o günden itibaren topyekûn seferberlikle birlikte, Şili bugün 9-9,5 büyüklüğündeki depremlerle baş ediyor ve can kayıpları yaşanmıyor ya da deprem sebebiyle eşyaların devrilmesi veya yaşanan talihsiz olaylar yüzünden çok az can kaybı oluyor. Fakat yapılar gayet sağlıklı bir şekilde ayakta duruyor. Beklenen İstanbul depremine karşı biz de bu mertebeye ulaşmalıyız. Bunu yaparken birinci önceliğimiz topyekûn seferberlik hali. Bu sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin altından kalkabileceği bir mesele değil. Burada İBB, 39 ilçe belediyemiz, vatandaşlarımız, bunun yanında merkezi hükümetin tüm kurumlarıyla birlikte içinde yer aldığı bir kamu sektörünün tamamen bu alana konsantre olması gerekiyor.

Tabii özel sektör için de afetler ve deprem çok önemli bir başlık. İstanbul’da hayatın uzun süre durduğunu düşündüğümüzde özel sektörün büyük bir kayıp yaşayacağı, birçok firmanın ortadan kalkacağı aşikâr. Bu nedenle özel sektörün de bu riskleri hesaplayarak kamu kurumlarına ve sivil toplum kuruluşlarına destek olması lazım.

Bir diğer önemli ayağımız da sivil toplum kuruluşları. Özellikle sivil toplum kuruluşlarının buradaki direnci, kamu ve özel sektör üzerindeki baskısı çok önemli. Onların katkısı, İstanbullularla hareket etmesi çok değerli. Meslek örgütleri ve üniversitelerimizin teknik bilgileri ve bilimsel yaklaşımlarının bizler açısından önemi çok büyük. Hep birlikte bir seferberlik halinde hareket etmemiz gerek. Ama en önemli görev İstanbullulara düşüyor. 

Birlikte hareket etmenin güzelliği ve gücü

16 milyon İstanbullunun deprem seferberliği sürecinde bu bilince sahip olarak hareket etmesi gerekiyor. Tabii bu bilinci aşılamak için bizim de çalışmalarımız var ve bu çalışmalarla birlikte sahada olacağız. Deprem gerçeğini hiçbir zaman unutmadan hareket etmemiz gerekiyor. 16 milyonun da desteğini aldığımızda üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir zorluk yok. Fakat bu senaryonun bir ayağı tökezlediğinde, deprem problemini çözemeyiz. 

İstanbul Deprem Konseyi’ni kurmaktaki amaçlarımızdan biri de buydu. Özellikle Çevre ve Şehircilik Bakanımız Sayın Murat Kurum’un da destek verdiği, Başkanımız Ekrem İmamoğlu’nun da Sayın Bakanımızla birlikte mutlaka kurulmasını gerekli gördüğü bir sistem olan Deprem Konseyi’nin amacı, tamamıyla bu konsantrasyonu ve organizasyonu bir araya getirmek ve bunu sağlamak. Yani kamu sektörü, özel sektör, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve meslek örgütlerinden oluşan bu büyük grubu bir araya getirmek ve bunu organize etmek. Bir anlamda da aslında sorumluluğu 16 milyona ve bu kentte faaliyet gösteren özel ya da kamu tüm kurumlara dağıtmak. Bu anlamda İstanbul Deprem Konseyimiz harekete geçti, Bilim Kurulumuzla birlikte şu an çalışmalar yapılıyor. Bu çalışmalarla birlikte bizleri de yönlendiriyorlar. İstanbul Deprem Konseyi’nin esas amacı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu’na ve Çevre ve Şehircilik Bakanımız Sayın Murat Kurum’a gerçekleştirilmesi gereken iş ve işlemler hakkında bilgi vermektir. Burada özellikle İstanbul Deprem Konseyi ve bu konseyin bileşenlerinden beklentimiz çok büyük. Çünkü onlarla birlikte hareket ederek bu problemin üstesinden geleceğiz. Birliktelik burada en önemli unsurumuz. İzmir’de de bunu gördük, İzmir bizi birleştirdi aslında. Orada her kurumumuz, her yurttaşımız birlikte hareket etmenin güzelliğini ve gücünü bir kez daha gördüler. İşte bizim İstanbul Deprem Konseyi ile birlikte başarmak istediğimiz de bu. Afet gerçekleşmeden önce bu birlikteliği sağlayıp, bununla birlikte yol alarak afetleri afet olmaktan çıkarmak, beklenen İstanbul depremini afet olmaktan çıkarmak. Bütün amacımız bu.

Riskin tespiti ve adreslenmesi önemli 

Tayfun_Kahraman3

Biz İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak yapı tespit çalışmalarımızı başlatmıştık. Geçen günlerde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Tunç Soyer de benzer bir çalışmayı İzmir’de başlatacaklarını söyledi. Yani bütün yapılara giderek hızlı tarama yöntemleriyle bütün yapıları tarayacaklarını ve riski ortaya koyacaklarını ifade etti. Öncelikli olarak riskin tespiti ve adreslenmesi önemli. Yani her kentin kendi bünyesindeki “çürük diş”lerini ortaya çıkarması gerekli. Bu risk sadece deprem riski değil. Bilindiği gibi biz herhangi bir yerde meydana gelen şiddetli yağmurda da can kaybediyoruz. İklim koşulları, küresel ısınmayla birlikte her geçen gün kötüleşiyor. Bu koşullara da adapte olacak şekilde riskin tespit edilmesi, riskli yapıların ve risk barındıran alanların tespitiyle birlikte bu alanlara da bir an önce müdahale edilmesi gerekiyor. 

39 ilçemize bütüncül bir bakışla yaklaşıyoruz

Riskli binalarla birlikte riskli alanların da tespiti ortaya çıkıyor. Son olarak Ümraniye Elmalıkent Mahallesi de riskli alan ilan edildi. Bizim yapmış olduğumuz çalışmalarda Ümraniye, risk unsuru açısından Avcılar ve Silivri’nin gerisinde kalıyor. Hatta Bakırköy, Bahçelievler, Küçükçekmece, Bağcılar, Güngören, Gaziosmanpaşa gibi ilçelerimizin de gerisinde kalıyor. İBB olarak öncelikli yüksek riskli ilçelerimizin ardından Ümraniye’de de çalışmalarımızı gerçekleştireceğiz. Bu değerlendirme içerisinde hem beklenen İstanbul depreminin gerçekleşeceği fay hattına uzaklığı hem de mevcut zemin koşullarının da yer aldığını unutmayalım. Fakat Ümraniye’deki kentsel dönüşüm amaçlı riskli alan ilanının nedeni, mülkiyet problemleri ve bunlarla birlikte kaçak yapılaşma probleminin çözülmesidir. Özellikle Elmalıkent, Kazım Karabekir, Dumlupınar Mahalleleri ve çevresi de düşünüldüğünde bu bölge aslında eski 2B alanları, şu anda mülkiyet problemlerinin gerçekleştiği ve topyekûn bir dönüşümün beklendiği alanlar. Biz de bu bölgede benzer alanlarda çalışmalar yapıyoruz, şu anda ekibimiz bu bölgede yine benzer bir alanda kentsel dönüşüm alanını belirlediler ve burada bir çalışma gerçekleştiriliyor. Fakat tabii ki İstanbul’da bir ya da iki ilçeden bahsetmek mümkün değil, biz İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak 39 ilçemize bütüncül bir bakışla yaklaşıyoruz. Tabii bu bütüncül bakışta başarılı olmak ve tüm işlemleri başarıyla yerine getirmek için bir sıralama yapmamız gerekiyor. Bu sıralamada da riskin en yüksek olduğu alandan başlıyoruz. Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Mühendisliği bölümü ile birlikte yaptığımız çalışmaya göre, en riskli alanlar bunlar ve bu alanlardan sonra da diğerleri peyderpey gelecek, riskli alan ve riskli yapıları tespit edeceğiz. 

Risk, ilçenin zemin yapısına göre de değişebiliyor

Önceliğimiz risk unsurunun yüksek olduğu 2000 öncesi yapılar dedik. 2000’den sonra inşa edilenlerin de sırası gelecek elbette ama bu yapılar, bir sonraki aşamamızda yer alıyor. 2000 öncesi binalarda kaçak yapılaşma fazla olduğu için bu binaların büyük çoğunluğunun bir deprem ya da bir riskin gözetilerek inşa edildiğini söylemek çok da mümkün değil. Örneğin Ümraniye ilçesinin çoğunlukla kaçak yapılaştığı ve mühendislik hizmeti almadan yapılaştığını düşünürsek, karşımızdaki stokun ne kadar tehlikeli olduğunu görebiliriz. Bu nedenle bu binaların Deprem Yönetmeliğine uygun olarak yapıldığı, fakat şu anda eskidiği için bu binalara müdahale edildiği gibi bir durum söz konusu değil. Bunlar çoğunlukla hiç mühendislik hizmeti almamış yapılar. Ama mühendislik hizmeti almış olan binalarda bile benzer sorunlar ortaya çıkıyor. İzmir örneği de bize gösterdi; hasarın kökeninde hem zemin koşulları hem de o dönemdeki mevzuat gözetilmeden yapılmış olan binalar var. O nedenle bunlara da müdahale etmemiz gerekiyor. Her ne kadar bu binalar ruhsatlı, iskânlı olsa da bu binalardaki risk unsuru, afetin ve depremin gerektirdiği hassasiyet gösterilmediği için çok yüksek. 

Zemin etüdünün doğru bir şekilde yapılması gerekiyor. İstanbul’un zemini açısından şöyle bir örnek vereyim, Avcılar’daki bir bina bizim çalışmamızda 100 üzerinden 1 puan alabilir, ama aynı bina Sarıyer’de ya da Beşiktaş bölgesindeyse, orada da riskli olan bölgeler olmakla beraber, bu ilçelerimizin zemin açısından daha elverişli koşula sahip olan bölgelerinde bulunuyorsa 50-60 puan alabilir. Çünkü risk, ilçenin zemin yapısına göre de değişebiliyor. Bizim ilk önceliğimiz Fatih ilçesinden başlayarak Silivri’ye kadar olan kıyı bölgesini, özellikle zemin açısından da sağlıklı koşullar sunmayan alanları incelemek. İkinci önceliğimiz ise elbette diğer tüm ilçelerimiz olacak. Fakat Avcılar ve Silivri bölgesi, bizler için hem fay hattına yakınlığı hem de zemin koşulları nedeniyle ve bunun üzerine bir de yapı stokunun mevcut halini eklediğinizde en fazla riski taşıyan alanlarımız. Bu alanlar haricinde riskli yerler yok mu, elbette var, ama İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak mevcut kapasitemizle birlikte hareket edebilmemiz için risk önceliklendirmesi yapmamız gerekiyor. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum; çünkü bütün İstanbullular “Bize ne zaman geleceksiniz” diye soruyor. Biz de onların bize bir çağrı yapmalarına gerek olmadığını, muhakkak onların da binalarını kontrol edeceğimizi fakat önceliğimizin riskin en yüksek olduğu alanlardan başlayarak riskin en yüksek olduğu binaları tespit etmek olduğunu söylüyoruz.

Bu işin organizasyonunu yürütebilmek açısından şu anda sahada bu çalışmayı yapan 100 ekip var. Bunun daha üstüne çıktığımızda bu çalışma yönetilemez hale geliyor. O yüzden bu çalışmayı sağlıklı ve bilimsel bir şekilde yönetilebilecek bir mertebede tutmamız gerekiyor.

Yapı denetim sistemi artık daha sağlıklı bir şekilde işliyor

İşin bir diğer boyutu da güçlendirme ya da yıkıp yeniden inşa etme yöntemiyle yenilenen binaların denetimleri. Yapı denetim sistemi Bakanlığa bağlı bir sistem. Yapı denetim sistemi daha önce elverişli koşullar sunmuyordu. Müteahhitler kendi yapı denetim firmalarını kendileri belirleyerek, adeta yapı denetim firmasının patronu gibi bir konumda, yapı denetim firmalarını çalıştırıyorlardı. Bu sistem çok sağlıklı işlemiyordu. Patronu olduğunuz bir denetim sistemini işletemezsiniz. Çünkü yapı denetim sistemi bağımsız olmalı. Şu anda yapı denetim firmaları daha bağımsız çalışıyor. Bakanlık yeni bir sistem kurdu ve özellikle elverişli koşullara sahip olmayan yapı denetim firmalarını süreçten çıkardı. Gerçekten teknik anlamda yeterli olan firmalar şu anda sürecin içindeler, bu firmalarla çalışılıyor. Denetim istenilen mertebede değil ama daha da iyileşmiş durumda. Bakanlık, denetim firmalarını kendisi belirleyerek inşaatı yapan müteahhitlere veya mal sahiplerine yönlendiriyor. Bu sistem, denetim daha ön planda olacak şekilde işliyor. Bir önceki sistem sorunluydu, ama bu sistem iyileştirildi ve bununla birlikte daha sağlıklı bir şekilde ilerliyor. Hem güçlendirilmiş hem de yıkılıp yenilen yapılmış binaların denetimleri, Bakanlığın belirlediği bu yapı denetim firmaları tarafından yapılacak. 

Deprem gerçeğiyle birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz

Tayfun_Kahraman5İzmir, bize depremi bir kez daha hatırlattı. Ama depremi hatırlamamız için deprem olması gerekmiyor. Deprem gerçeğiyle birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz. Emin olun çok yakında İzmir açıklarında meydana gelen depremi de unutacağız. Deprem gündemimizden çıkacak. Bugün bizlere müracaat edip ne olursa olsun yapılarına müdahale etmemizi isteyenler, “bizim 1 dairemiz var, 2 daire nasıl verirsiniz” diye sormaya başlayacak. Bu alışkanlıkları bırakmamız lazım, kentsel dönüşümü bir değer yaratma aracı olarak görmememiz lazım. Ben hep şu örneği veririm, 20 yaşına gelen otomobilinizi değiştiriyor ve yenisini alıyorsunuz, çünkü eski teknolojili bir araç kullanmak istemiyorsunuz. Binalar için de aynı şey geçerli. Tabii ki imar koşulları uygun olan alanlarda fazla metrekarede inşaatlar yapılabilir. Örneğin şu anda bir binamız 4 katlı, fakat imar planlarında 6 kata kadar izin verilmiş durumda. Bu binalar yenilenirken, 6 kat olarak yapılıp burada oluşan değerle birlikte bu binanın dönüşümü finanse edilebilir. Ama bu her yer için geçerli değil. İstanbul’da bugün 16 milyon insan bu yapı stokunda yaşıyor ki bu yapı stokunda her bağımsız birime karşılık artı bir bağımsız birim ürettiğinizde İstanbul’da 32 milyon gibi bir nüfusa ulaşma senaryosuyla hareket edilecek ve bu ekonomik açıdan düşünüldüğünde hiç rasyonel değil. Bunun bir arz-talep dengesi içinde yürümesi de mümkün değil. Fikirtepe örneğinde bunu gördük. İlk aşamada başlayan ve inşaatlarını tamamlayan firmalar, inşaatlarını bitirdiler satışlarını gerçekleştirdiler ve buradaki vatandaşlarımız da mülklerine kavuştular. Ama diğer firmalar arz-talep dengesinin bozulması, talebin artık bitmiş olması, ekonomik tablonun olağan koşullar yaratmaması nedeniyle işlerini bitiremediler. Şu anda da çözülemez bir problem haline geldi. Biz bu problemin de üzerine gidiyoruz. Özellikle Fikirtepelilerin bir an önce konutlarına kavuşabilmesi için Bakanlıkla birlikte burada da işbirliği halindeyiz. Fakat bu problemi hiç yaratmamamız gerekiyordu. Fikirtepe bize çok iyi bir örnek oluşturdu. Tüm kentlerimize naçizane önerim, eğer bu tarz projelere başlayacaklarsa İstanbul’daki Fikirtepe örneğini incelemeleri ve buradan dersler çıkartarak projelerine başlamaları olacaktır.



Slider Altına