Alaşehir Belediye Başkanı Dr. Gökhan Karaçoban: “Alaşehir, üzümle markalaşacak üzümkent, ‘âlâ şehir’ olacak”
Bozdağlar’ın kuzeye bakan yönünde üç tepe üzerine kurulu, uçsuz bucaksız verimli bağlarıyla Türkiye’nin en büyük üzüm rekoltesine ve çeşitliliğine sahip ilçesi Alaşehir. İlk çağlardan bu yana önemli bir tarihi geçmişe sahip olan ilçeye “ne güzel şehir” anlamına gelen adı da Yıldırım Beyazıt tarafından verilmiş. Bu güzel bölgeyi “âlâ”özellikleriyle öne çıkarmak için çalışmalarda bulunan Alaşehir Belediye Başkanı Dr. Gökhan Karaçoban ile bölgenin tarihi geçmişinden başlayıp “üzümle anılan çağdaş bir dünya şehri” olması hedefine yönelik keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
İlk çağlardan günümüze kadar uzanan önemli bir tarihi geçmişe sahip bir bölge Alaşehir. Bu tarihi geçmişi bir de sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz?
Alaşehir çok eski bir kültüre sahip. Bergama Kralı I. Attalos Philedelphos tarafından kurulduğu için (M.Ö. 150-138)kardeş sevgisi anlamına gelen Philadelphia adıyla anılan çok eski bir yerleşim birimi. Daha sonra Romalıların, Bizanslıların, Selçukluların yönetimine geçen şehir, 1389 yılında 4. Osmanlı Padişahı Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldı. “Ne güzel şehir” anlamına gelen Alaşehir ismi de Yıldırım Beyazıt tarafından verildi. Şehrimizin merkezi diye kabul ettiğimiz eski yerleşim birimi tam olarak bu Philadephia şehrinin üzerinde. Alaşehir tamamen o zamanlardan yapılan surlarla çevrili ancak günümüzde o surlardan ayakta kalan fazla bir bölüm yok maalesef. Ancak şehrin çeşitli yerlerinde silüetler şeklinde belli kalıntılar mevcut. Havarilerden Ioannes adına yapılan St. Jean Kilisesi’nin kalıntıları burada. Bunun yanında birçok tarihi belge üzerinde MÖ 2500’lü yıllarda yapıldığı varsayılan şarap tanrısı Dionysos mozaiği de Alaşehir’de ve şuan koruma altına alınmış durumda. Bu da Alaşehir’de bu kadar tarihi ve kültürel geçmişinin yanında çok eski çağlardan beri üzüm yetiştirildiği ve bağcılık yapıldığının kanıtı. Bundan dolayı şehrimizde bu konuda geçmişle gelecekle arasındaki bağlantıyı sağlayacak köprüyü kurmak yerel yönetici olarak bizlerin asri görevi diye düşünüyoruz. O açıdan hem kültürümüzü hem de bölgemizin temel geçim unsuru olan üzümü ulusal boyutta ön plana çıkartmak ve Alaşehir’i üzümkent ve “âlâ şehir” yapma anlamında çalışmalar yapmaya başladık.
Bu özellikleriyle bölge bir sit alanı konumunda sanırım…
Bahsettiğim Dionysos mozaiği bulunduktan sonra surların içinde kalan bütün bölüm SİT alanı olarak ilan edildi ve 2015 yılına kadar da İzmir 2 No’lu Koruma Kurulu ile yapılan görüşmelerde şehrin koruma planı hazırlandı ve onaylatıldı. Şehrin büyümesi ve planlanan gelişimi ile ilgili olarak imar anlamında bazı sıkıntılar getirdi ancak bunları da yerel bazda çözmeye çalışıyouz. Yeni hazırlayacağımız imar alanlarıyla şehrin farklı alanlarda biraz daha büyümesi, gelişmesi ve kopuklukların giderilmesi anlamında çalışmalar devam ediyor. Zaman içinde arzu ediyoruz ki Alaşehir’in eski Philadephia üzerine oturan bölümü de Kültür Bakanlığımız ve İl Kültür Müdürlüğümüzün katkılarıyla vatandaşlarımızın ve turistlerimizin ziyaretine açılır. St. Jean Kilisesi Katolik alemi için çok önemli ve burada bulunmasından dolayı yılda yaklaşık 24-25 bin civarında turistimiz burayı ziyaret eder ve ayinlerini yaparlar. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı gibi 4 kuşağı içinde barındıran çok zengin öğelere sahip bir yerleşim yeri ancak bugüne kadar bunu fazla öne çıkartabildiğimizi zannetmiyorum. Bu konuda eksiklerimiz var ama hem geçmişi bugüne taşımak hem de üzümü gündeme getirip farkındalık doğurmak adına çalışmalarımız devam edecek.
“Üzümle anılan çağdaş bir dünya kenti, bir marka kent olma” hedefiyle yola çıktınız. Bu işin markasıyım diyebilmek için üstün özellikleriniz nelerdir?
Üzüm bugün Türkiye’nin doğusunda da, batısında da, güneyinde de yetişiyor. Ama biz bu işin markasıyız diyebilmek için şu özelliklere sahibiz; Alaşehir’de yaklaşık 7-8 yıldır sofralık üzüm olarak tabir ettiğimiz yaş üzümün çeşitlendirilmesi ve ticari anlam kazanması konusunda 60’a yakın ihracatçı firma çalışıyor. Bu firmalarımızın yaptığı işler de hakikaten bir iş olmaktan çıkıp ticari bir anlam kazandı. Alaşehir şu anda deniz kıyısı olmayan, sınırda olmayan, havaalanı olmayan özelliklerine rağmen tek gümrüğe sahip ilçe. Devletimiz ihracat kapasitesinden dolayı burada gümrük kurdu. Sofralık olarak tabir ettiğimiz üzümümüzün yaklaşık olarak yüzde 70’i Rusya gibi büyük bir pazara gönderiliyor. Dolayısıyla biz ilçe olarak işletmelerimizin de bize verdiği katkıyla yaş üzüm konusunda yılın belirli bir döneminde piyasanın hemen hemen tek tedarikçisi konumunda oluyoruz. Dünyanın pek çok bögesinde üzüm yetiştiriliyor ama “Sultaniye” dediğimiz çekirdeksiz üzüm dünyanın 20-25 günlük üzümsüz kaldığı tek dönemde ortaya çıkıyor ve bunun tedarikçisiz biziz. Dolayısıyla sahada bu kadar aranılan mal olmasının marka anlamındaki ifadesi budur. Avrupa ve Rusya pazarının yanında yeni yeni açılan Arap ülkeleri, Türki cumhuriyetler pazarlarına da ciddi anlamda tedarik sağlıyoruz. İhracat konusunda ilk 3’e giren firmalarımızın bölgemizde işletmeleri var. Ciddi bir tonaj kapasitesiyle sahaya kuvvetli bir şekilde girme şansımız var. Alaşehir Manisa ilinin bir ilçesi olmasına rağmen “Üzümkent” diye tabir edilmesinin sebebi, 2.5 milyar dolarlık bir kapasiteyi çevirmesinden kaynaklanır. Bu sebeple üzüm yetiştirmeyi, sofraya geldiğinde üzüm tatmak gibi değerlendirmeyin. Üzümün hasatından, nakliyesinden, işletmeye gelip işlenmesinden, lojistik hizmetlerinden, soğuk hava zincirlerine ulaştırılmasından ve yeri geldiğinde soğuk hava konteynerleriyle uçaklara bindirilip gönderilmesinden ve orada tekrar dağıtımının yapılmasına kadar ciddi bir zincir var burada ve bu zincir bizim üzümümüzle beraber hareket ediyor. Eğer elinizde bu mamül yoksa bu saydığımız hiçbir şey olmuyor maalesef…
Tüm bunlar yatırımcının üzümkent Alaşehir’de yatırım yapması için bir sebep…
Elbette. İhracatçımızın hakikaten çok ciddi bir şekilde pazara girip kendini kabullendirmesi, borsamızın ve gümrüğümüzün burada olması bir tesbihin taneleri gibi arka arkaya diziliyor ve ortaya bir güzellik çıkıyor. Yukarıda anlattığım özelliklerle herşeyin tek elden burada yapılmasının cazibesi tabii ki yatırımcıyı etkiliyor. Üzüm dışında diğer aylarda farklı mamüller işleten ihracatçılarımız da var.Alaşehir’de üzümün dışında kiraz, kestane, zeytin gibi ürünlerin de üretimi yapılıyor. Ayrıca Akdeniz’den Ege’ye ülkemizin diğer bölgelerindeki çeşitli şehirlerden gelen ürünler, Türkiye’nin Alaşehir’deki denize bağlantısı olmayan tek gümrüğünde ihraç edilmek üzere toplanıyor.Gümrük burada olduğundan dolayı konteyner kapandığında hiçbirşeye takılmadan, beklemeden gidiyor ve biz de bölge olarak bu avantajı kullanmaya çalışıyoruz ve iddiamız da bu yönde.
“Dünyanın üzümsüzlük çektiği 20-25 günlük dönemde sahneye çıkarız” diyorsunuz. Bu hangi dönemleri kapsıyor?
Şu an o dönemin tam içindeyiz. Ağustos’un ikinci yarısından sonra başlar, Eylül’ün ikinci yarısına kadar devam eder. Ancak hasatı etkileyen faktörler var. Örneğin; toprağın yapısı, su tutma oranları, bölgenin nemi, rüzgârı, güneşi aldığı açı vs. bunların hepsi çok önemli. Ürünleri daha evvelden depolayarak soğuk hava depolarında 2-3-4 ay bekletilmiş ürünleri vermek yerine hasatı yapılmış çok daha taze olarak sofranıza gelme imkanını kullanmak başkadır. Yoksa bölgemizde soğuk hava depolarında üzüm bekletilir ve yılbaşından sonra da piyasaya verilir ama işin turfandası çok farklı. Bu manada bölgemiz yaklaşık 6 ay üzüm anlamında çok hareketlidir. Çeşitlilik arttığı için erkenci, zamanında gelen ve geç gelen çeşitler var. Velhasılı, Alaşehir’de asmanın üzerindeki kuru dal parçacıklarından yeşil yaprak gözükmeye başladığı anda çiftçinin işi başlar ve geç hasat yapacak kişilerin üzümünü kesene kadar devam eder. Bu da yaklaşık 6-7 aylık bir periyoda oturur.
Üzümle anılan bir marka kentyaratma adına şu ana kadar yaptığınız ve önümüzdeki dönemlerde yapacağınız çalışmalar nelerdir peki?
Biz bununla ilgili araştırma yaptırdığımızda üzümün bir kitabının olmadığını gördük. Bunun yanında üzümün bir müzesinin olmadığını gördük. “Bunlardan hiç haberim yoktu” diye ifadede bulunan pek çok kişi oldu. Üzümü anlatırken tarihçesiyle, çeşidiyle, pazarıyla herşeyiyle anlatmak lazım. Üzümden üretilebilecek yan ürünler neler olabilir konusunda da bir çalışma yapıyoruz. Bu kapsamda o kadar fazla çeşit yapılabildiğini gördük ki Alaşehir’de üretilen üzüm menşeili ürünlerin satıldığı konsept dükkanlar hazırlamayı planlıyoruz. Bunu yaparken de yerli, burada doğmuş, büyümüş, geçmişinden ve büyüklerinden belli şeyleri alıp onu bir ürün haline getirecek olan arkadaşlarla çalışmalarımız devam ediyor. Örneğin, üzüm pestilini artık neredeyse kimse bilmiyor. Bunun yanında yaprağımız hem yaş hem de salamura olarak çok ciddi pazar bulacak kendine. Üzümün anavatanı olduğunu iddia eden bir bölgede yaprağımızı da öne çıkartmak için çalışmalarda bulunacağız ve iddia ediyoruz ki bizim yaprağımızın inceliğinde ve ekşiliğinde bir tadı bulmak mümkün değildir. Kişilerin damak tadına ve sağlıklı beslenmesine hitap edecek bir ürün yelpazesi oluşturmaya çalışıyoruz. Bu yelpazemizi de belli bir kaleme ulaştırdığımızda konset dükkanlarımızı Alaşehir’den başlayarak açacağız. Sonra da diğer ilçelerde ve illerde bu ürünleri bilmeyenlere ulaştıracağız.
Halkın bu konuya bakış açısı nasıl?
Vatandaşımızın en büyük sıkıntısı ürettiği mamülün pazarıyla ilgili. Bu durumun kesinlikle devlet tarafından güvence altına alınması ve bu konuyda ilgili teşviklerin hazırlanması şart. Bugün Türkiye’de üretilen belli bölgelere has ürünlerle ilgili olarak tarım politikalarımızda eksiklikler var. Teşvikle ilgili sıkıntılar var. Teşvik etmek insanlara dekar başına para ödemekle olmuyor. Biz girdi yatırımlarının, maliyet yatırımlarının düşürülmesinin en ciddi teşvik olduğunu düşünüyoruz. Çiftçimiz için mazot girdisi, zirai ilaç girdisi, gübre girdisi gibi hatta hasat zamanı amele gideri anlamındaki teşvikler hem istihdam sağlamak hem de buradaki yükü azaltmak anlamında çok büyük fayda getirecektir. Sadece Alaşehir’de en az 10 bin aile direkt olarak bu işten geçiniyor ve başka hiçbir geliri yok. En az 10 bin aile de başka bir işinin yanında endirekt olarak yine bağcılık sektöründe. En az 20 bin aile direkt veya endirekt olarak bu işin içindeyse bu bölgenin çok önemli bir potansiyeli ve silahıdır. Çiftçi hava şartlarından korunmak için yılda dekar başına 800 ila 1000 TL arasında bir örtü masrafı yapıyor. Buna yapılacak yardım bile bir teşviktir. Böyle bir teşvik bile olsa ürettiğimiz ürünün çok daha kaliteli ve çok daha dirençli olacağına adım gibi eminim. Devletten bu konuda katılımcı olmasını talep ediyor ve elini taşın altına sokmasının gerekli olduğunu ve tüccar bakış açısında olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu sektörde iş yapan ve istihdam edilen insanın eğer bundan memnun olmazsa başka arayışlar içine gireceğini yine sizin kapınıza geleceğini ve sizden sosyal devlet olmak anlamında iş, ekmek isteyeceğini unutmamak zorundasınız.
“Üretmeyen Türkiye kalkınamaz”
Tarımla kalkınma olmaz deniliyor ancak dünya ölçeğinde bununla ilgili pek çok örnek var. Bugün Hollanda, Avrupa’nın ziraat ve hayvancılık deposu oluyorsa birşeylerin hakikaten iyi hesap edilmesi gerek. Türkiye tarımsal anlamda bunları çözdüğünde ben inanıyorum ki bu ülke verimli topraklarıyla, meralarıyla, hayvancılık sektörüne olan katkılarıyla çok çeşitli mertebelere ulaşacaktır. Küçük üretici, kendi kendini istihdam eden üretici bulunmaz bir fırsattır. Yaşanılan olumsuzluklara rağmen bunu hala iş olarak görüp, ben”ben babamdan, dedemden bunu öğrendim, bunu yapacağım” diyor ama uygun bir zemin hazırlanmıyor. Çiftçi ürününün alım garantisini almadan içi huzura ermeyecek. Üretikleri malları satabilme garantilerini onlara hissettireceksiniz ki keyifle, mutlulukla üretebilsinler ve aldıkları hasattan sonra bir sonraki hasata coşkuyla hazırlansınlar. Bunun yanında bizim bölgemizde ciddi bir hayvancılık potansiyeli de var. Büyükşehir Yasası ile köy tüzel kişilikleri kalkan yerlerde bazı mahalleler belediyemize geçti ve bazı mülklerin sahibi olduk. Belediye olarak devletin bize kanunlar dahilinde sorumlu kıldığı işler ve sosyal projeler üretmek anlamında çalışmalar yapıyoruz. Bu konuyla ilgili olarak bir proje ürettik ve bir araştırma yapalım ve yılda 3-4 kere hasat yapılabilecek hayvan yemi bulalım diye düşündük ve “sudan otu” dediğimiz bir ot bulduk. Bu otu hayvanların çok sevdiğini ve besleyici değerinin çok yüksek olduğunu belirttiler. Biz de bu ürünü diktik ve şu ana kadar iki hasat yaptık. Yıl sonuna kadar bir hasat daha yapacağımızı ümit ediyoruz. Bunu bu yıl deneme olarak yaptık, önümüzdeki yıl arazilerimizde sulama sorununu çözüp hasadımızı yaptıktan sonra yine çiftçimize dağıtmayı planlıyoruz. Hayvan üreticimize küçücük de olsa bir katkı verebilirsek bir yaraya merhem olacağımızı düşündük. Herşey para ve geçinmek için bu metaya borçluyuz. O nedenle hem insani değerlerimizi yitirmemek, hem çağın gerisinde kalmamak, hem de Ulu Önder Atatürk’ün “Refah seviyesini yükseltmek ve o seviyeye ulaşmak için çalışacaksınız” talimatını yerine getirmek için üretmek zorundayız. Üretmeyen bir Türkiye kalkınamaz.
Biraz da bölgenizde yapılan jeotermal enerji faaliyetlerinden bahsedelim. Türkiye’nin en sıcak suyu 287 C ile bölgenizde ve siz jeotermal enerjiye yatırım yapan tek kamu kurumusunuz şu anda. Bu alandaki gelişmeleri değerlendirir misiniz?
Alaşehir jeotermalle 2009 yılında tanıştı. İlk sondajı yapan firmamız 2009 yılının sonunda akışkan dediğimiz kaynağa ulaştı. O günden bugüne Alaşehir’de çok ciddi sondaj çalışması yapan 10 adet holdingimiz var. Hepsi MTA’dan ruhsatlarını almış durumdalar. Bize yakın olan Buldan’dan başlayıp Turgutlu’ya kadar olan bölgede boş hiçbir alan yok. Firmalar burada önce sondaj çalışmaları yapıyorlar sonraki aşama elektrik santraline geçiş aşaması oluyor. Şu anda Alaşehir’de 4 firma elektrik santrali aşamasına geldi. Bizim ortak olduğumuz firma 5. santrali yetiştiriyor. Alaşehir Ovası’nda çok ciddi bir elektrik üretimi söz konusu olacak. Elektrik ve enerji bu ülkenin gerçeğidir ve şu anda hükümetimiz enerjinin yerli kaynaklara döndürülmesi anlamında ciddi bir hareketlilik içinde. Bunun için de yatırımları özel sektöre verip, riski özel sektöre yüklüyor. Bunu onaylıyorum ve buna katılıyorum.
Biz bu konuya hep 3 ayaklı olarak baktık. Birincisi ekonomi, ikincisi çevre ve üçüncüsü de tarım. Yüzyıllardır bağcılık yapılan yerlerde yapılacak bu yatırımlar, marka olmayı planladığımız üzümle ilgili ne gibi zarara yol açabilir, ne gibi dış etkilerle bizim ürünümüzün kalitesini bozabilir gibi endişelerimiz vardır ama tekrar söylüyorum; bu ülkede enerjiyi, üzümü ve çevreyi belli oranda dengeleyemezsek burada kavga çıkar.
Alaşehir Ovası bu yatırımlardan ne kazanacak?
Jeotermal enerji kaynaklarından kurutma ve ısıtma gibi konularda yararlanarak, seracılık başta olmak üzere üzüm ve diğer ürünlerin geleceğini teminat altına alıp, iyi ve organik tarım uygulamalarını hayata geçirmeyi hedefliyoruz. Bu yatırımlardan katma değerli bir kazanç elde etme amacındayız. Bu hedefleri yerine getirmek ekonomi, para, istihdam ve bölgenin zenginleşmesi demektir. 6-7 ay çalışan işletmelerimizin bir sonraki sezonda istihdam ettiği eleman sayısı 15-18 bin civarındadır. Alaşehir’i o yüzden bir model olarak göstermek istiyorum. Tarımla kalkınılmaz diyorlar, o kadar güzel olur ki amaçlarımızdan bir tanesi odur. Çiftçi tohumunu, damızlık ineğini başka yerlerden almaktan çok da memnun değil. O yüzden jeotermal Alaşehir’e bu katkılarıvermek zorundadır. Ama yaşadığımız sıkıntıları, endişeleri belli oranda azaltmak için planlama şarttır.
Tüm bunların yanında başka ne projeleriniz var?
Alaşehirde sosyal proje üretmek anlamında da boş durmuyoruz. Şu anda çağımızın vebası kabul ettiğimiz alzheimer rahatsızlığı ile ilgili bir merkez hazırlığı içindeyiz. Alzheimer konusunda Büyükşehir Belediyesi ile bir danışma merkezi projemiz var. İstihdam ettiğimiz geriontolog arkadaşlarımızla hem hastaların küçük rehabilitasyonlarla toplum yaşamına kazandırılabilmeleri hem de hasta yakınlarının yaşadıkları psikolojik sıkıntıları bir nebze olsun çözebilmek için böyle bir merkez kurulmasını önemsedik. Bunun yanında hiç evi olmayan emekli vatandaşlarımız için 400 konutluk ve bunun yanında diğer vatandaşlarımıza hitap edecek farklı m2 lerde 100 konut olmak üzere toplam 500 konutluk bir emlak projemiz var. Yıl sonuna kadar temelini atmış olacağız. Tamamen belediyeye ait bir arazi üzerinde inşa edeceğiz ve emekli vatandaşlarımızı çok cüzi fiyatlardan konut sahibi yapacağız.