350.org Türkiye Temsilcisi Efe Baysal: “İklim kriziyle mücadele yerelden başlamalı”
Tüm dünyada küresel olarak yaşanan iklim değişikliğinin etkileri son dönemlerde Türkiye’de de somut örneklerle gözle görülebilir hale geldi. Türkiye’de alışmadığımız şiddetli yağışlara, dolulara, hortumlara, aşırı sıcaklıklara, değişken hava koşullarına maruz kalmaya başladık. Bu durumun sebebi olarak fosil yakıtlar birinci sırada yer alırken, iklim değişikliğinden en çok etkilenen alanlardan biri dünya nüfusunun yüzde 50’sinden fazlasının yaşadığı kentler…
Dünyada yaşanan iklim kriziyle mücadele kapsamında çalışmalar yürüten 350.org da bugün 180’i aşkın ülkede fosil yakıtlara karşın alternatif yenilenebilir enerji kaynakları kullanımının yollarını arıyor. Bunu yaparken mücadelenin yerelden başlaması gerektiğine inanan 350. org ekibinin Türkiye Temsilcisi Efe Baysal’la iklim krizinin kentlere etkilerini, yerel yönetimlerin bu konuda nasıl bir aksiyon alması gerektiğini ve “İklim İçin Kentler” projesini konuştuk…
350’nin dünya ve Türkiye oluşumundan bahsedebilir misiniz?
350, küresel ölçekte faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşu. Bundan 10 yıl önce ABD’de de faaliyetlerine başlıyor ve süreç içinde 180’i aşkın ülkede fosil yakıtlara karşı mücadele eden yerel oluşumlarla iletişime geçerek ağlar üzerinden yayılım sağlıyor. 350’nin vurguladığı ana konu, iklim krizi. Bu bağlamda 350 ekibi, “iklim değişikliğiyle nasıl mücadele edilir” konusunun yollarını arıyor. Bunu yaparken de iklim değişikliğine karşı mücadelenin tabandan başlaması gerektiğine ve tabandan başlayıp yükselirse değişimin geleceğine inanıyor. Bu bakımdan çalıştığı 3 ana ayak var. Bunlardan birincisi fosil yakıtlara karşı yapılan çalışmalar. Fosil yakıtların gücünü kırmak için mücadele ediyor. İkinci olarak fosil yakıtlara karşı alternatif yenilenebilir enerji kaynakları üzerine yapılan çalışmaların yaygınlaşması gerektiğine inanıyor ve özellikle topluluk odaklı yenilenebilir enerji projelerine önem atfediyor. Üçüncü olarak ise finans kaynaklarının fosil yakıtlardan çekilip yenilenebilir enerji kaynaklarına doğru aktarılmasına yönelik çalışmalarda bulunuyor. Bu çalışmaları da kırılgan topluluklar ya da ön cephe toplulukları dediğimiz aslında bu sorunu en önde yaşayan insanlarla beraber yapmaya çalışıyor. Bu bakımdan yerelde çalışan kurumlarla çok yakın teması var.
Bizler de 350 Türkiye ekibi olarak Türkiye’de, iklim krizinin ne kadar acil bir sorun olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken de Türkiye’nin enerji politikasını dönüştürmesi gerekliliğinin altını çiziyoruz. Bunu da tek başımıza değil, yerelde birlikte çalıştığımız paydaşlarımızla, kurumlarla beraber yapmaya çalışıyoruz. Bir yandan da Türkiye’nin ciddi bir yenilenebilir enerji potansiyeli olduğunu ve bunu hayat geçirmesi gerektiğinin gerekliliğini öne çıkarmaya çalışıyoruz.
350 sayısı nereden geliyor peki?
Bilim insanları, bizlerin iklim değişikliğini engellemesi için atmosferdeki milyon parçacıktaki karbondioksit miktarının üst sınırının 350 ppm olması gerektiğini söylüyor. “Eğer, atmosferdeki milyon parçacıktaki karbondioksit miktarını 350 ppm’e çekebilirsek güvenli sınırda olabiliriz” diyor. Bugün ise hatta Mayıs ayında son yayınlanan verilere göre 415 ppm miktarına gelmiş durumdayız. Bu durum bizi tehlikeli bir geleceğe doğru götürüyor. Bizler de yaptığımız çalışmalarla, kampanyalarla hem küresel ölçekteki politikalara hem de genel itibarıyle fosil yakıt bağımlısı olan ülkelere tehlikeli bir sınırda olduğumuzu ve acil olarak 415 ppm’den 350 ppm’e inmemiz gerektiğinin altını çiziyoruz. Ancak bunun için küresel ölçekte siyasi, toplumsal ve ekonomik olarak ciddi bir dönüşüm ve paradigma değişimi lazım. Ya bu değişimi gerçekleştireceğiz ya da gelecek nesle çok da yaşanılabilir bir gezegen bırakamayacağız.
Bu kapsamda yaptığınız çalışmalar arasında “İklim İçin Kentler” adında bir proje başlatıldı. Bu proje nasıl ortaya çıktı, neden kentlerden başladı?
Bir yandan fosil yakıtlara karşı neler yapabiliriz konusuna ilişkin çalışmalarımız devam ederken diğer yandan da şunun farkındayız; aslında bugün kentler fosil yakıt bağımlılığımızın birincil faili konumundalar. Bizlerin yarattığı kentler, kentli pratiklerimiz ve bunlarla gelen tüketim alışkanlıklarımız, kent yüzeyini hızlı bir şekilde dönüştürmemiz gibi unsurların hepsi bugün iklim krizini derinleştiren unsurlar. Kentler dediğimiz aslında yaşadığımız alanlar, küresel anlamda doğal kaynak tüketiminin yüzde 75’inden, birincil enerji kaynakları kullanımının yüzde 60 ila 75’inden, karbondioksit salımlarınının yüzde 70’inden sorumlu.
Biz de ‘kentler bu krizin failiyse acaba çözümü de olabilir mi?’ sorusundan yola çıkarak küresel ölçekte çalışmalara başladık. Türkiye’de bu alana yönelik çalışmalar çok az ve biz de bunu teşvik etmek istedik.
Diğer yandan kentler iklim krizinin faili diyoruz ancak şunu unutmamak gerekir ki kentler aynı zamanda iklim krizinin en büyük mağdurlarından biri. Çünkü kentlerde iklim krizinin etkileri, altyapı sorunlarına, ani bastıran yağışlara ekonomik kayıplara hatta maalesef can kayıplarına kadar birçok soruna neden olabiliyor. Hepimiz hatırlıyoruz 2 sene önce İstanbul’da yaşanan dolu yağışının hayatı nasıl felç ettiğini. Biz bu süreçlere müdahale etmezsek doğa daha da sertleşecek. Bu bakımdan biz de ‘İklim İçin Kentler’ kampanyasında ‘biz sadece mağduruz bir şey yapamayız’ demeyerek bir an önce harekete geçmemiz gerektiğini vurguluyoruz; yerel yönetimlerin kendi sınırları içinde sera gazı salımlarını azaltma çalışmalarında bulunmalarını ve bunu yaparken de iklim değişikliğine yönelik uyum çalışmalarında bulunmaları gerektiğine dikkat çekiyoruz. Biz kabul etsek de etmesek de iklim değişiyor ve sıcaklık şuan ortalama 1 derece artmış durumda. Buna yönelik olarak kentlerin bir an önce çalışmalara başlayarak hem krizin daha derinleşmesini önlemeye yönelik, hem de iklim değişirken, kentleri değişime adapte etme sorumlulukları var.
Bu aslında, hem ulusal boyutu hem de yerel boyutu olan iki ayaklı bir durum. Çok senkronize bir şekilde ilerlemesi, hem ulusal boyutta hem de yerel boyutta adımların atılması lazım. Yerel yönetimlerin bu konuda yapabilecekleri var ama aynı zamanda mevzuat sıkıntıları da var. İlçe belediyelerinin etki alanları bu konuda çok daha sınırlı. Türkiye’de ulusal boyutta adımlar atılmak isteniyor ama yeterli değil. Bizler, yerel yönetimlerin attığı somut adımların ve bu konuda yaptıkları çalışmaların hem daha sağlıklı kentler yaratmak anlamında hem de ulusal politikalar anlamında değişim yaratacağına inanıyoruz. O yüzden bu konuya kentlerden başladık. Bizler iklim hareketinin sesinin yerelden yükselmesi gerektiğine inanan bir ekibiz. İklim değişikliği konusunda yerel yönetimlerin tek başına yapabilecekleri sınırlı ancak kentliler olarak yaşanılabilir kentler ve yaşanılabilir bir gelecek için taleplerimizi de yükseltmek bizim elimizde.
Yenilenebilir enerji iklim değişikliğiyle mücadelenin birincil koşulu. Kentler kapsamında yenilenebilir enerji kullanımına geçiş nasıl sağlanmalı, neler yapılmalı, Türkiye’de bu konuda yapılan ya da yapılmayan çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de bu konuda atılan güzel somut adımlar var ancak sayı yeterli değil. İyi örnekleri çoğaltmamız lazım. Türkiye’de özellikle büyük enerji politikaları merkezden belirleniyor. Burada da iklim krizinin ana faili olan termik santraller aslında sorunu derinleştiren unsurlardan biri. Aynı zamanda yenilenebilir enerjiye yönelik yatırımlar da var ve bunların hızlanması lazım. Bunu yaparken kentlerde de atılacak adımlar yenilenebilir enerjinin potansiyelini hem daha görünür hale getirebilir hem de kent merkezli sera gazı salımlarının düşmesine yardımcı olabilir. Söz gelimi yerel yönetimler imar planlarına yenilenebilir enerji politikalarını teşvik eden mekanizmalar yerleştirerek hem kentliye kendi enerjisini üretip tüketme şansı verebilir hem de iyi örnekleri çoğaltarak bir farkındalık yaratabilir. Bu yönde başarılı ve somut adımlar atan yerel yönetimlere örnek olarak Eskişehir Tepebaşı Belediyesi veya İzmir Seferihisar Belediyesi örnek gösterilebilir.
Bugün güneş enerjisini yaygınlaştırmak aslında çok zor değil ama buna yönelik teşvik mekanizmaları gerekiyor. Bizler bu bakımdan malesef yolun başındayız. Enerji kooperatifleri Türkiye’de özellikle son bir kaç senedir emekleme adımlarındaydı ancak Mayıs ortasında Resmi Gazete’de yayınlanan kararla yenilenebilir enerji kaynaklarına uygulanan alım garantilerinin kırpılması, teşvik mekanizmalarının kaldırılması bu alanda atmamız gereken somut adımlara ket vurdu. Kısacası mevzuatla ilgili sıkıntıların bir an önce çözülmesi lazım ki yurttaş da enerji kooperatifleri çalışmalarına girerek bir an önce kendi de somut adım atabilsin. Bunun ekonomik yararının olduğunu unutmamak lazım. Enerji kooperatifleri önündeki engellerin kaldırılması ve yerel yönetimlere yönelik belli başlı teşvik kanallarının açılmasıyla sürecin hızlanacağını düşünüyoruz.
Halkın bu konuya bakışı nasıl bir gelişme gösterdi?
Biz birkaç yıl öncesine kadar bu konuyu anlatırken zorlanıyorduk ve konu hava kirliliğine ve en somut örneklerden biri olduğu için kuraklığa bağlanıyordu. Ancak son 3-4 yılda bu konuda hızlı bir bilinçlenme yaşadığını görüyoruz. Bir yandan bu konunun daha çok gündeme gelmesi, uluslararası ölçekte konuya ilişkin yapılan etkinliklerle, eylemlerle konunun halkın gündemine daha çok geldiğini gözlemliyoruz. Unutmamak gerekiyor ki Akdeniz Havzası’nda yaşıyoruz ve iklim krizi etkilerinin uzun vadeli olarak etkileyeceği yerlerden biri de Türkiye. Türkiye’de ciddi bir kuraklık riski var. Bunun sonucu olarak da tarım ürünlerinde yaşanan susuzluktan dolayı kayıp artıyor ve halk bunun emarelerini görüyor. Harekete geçmek için farkına varmak gerekiyor ve farkındalık arttıkça bu yönde yapılacak çalışmaların daha da artacağına inanıyorum.
İstanbul’da yaşanan yoğun bir betonlaşma var. Bu süreçten sonra nasıl geri dönülebilir, neler yapılabilir?
İstanbul’un doğal karbon yutağı olan ve kentin nefes kaynağı Kuzey Ormanları, hem nüfusun yayılmasından hem de mega projelerden dolayı son 10 yıldır çok ciddi tahribata uğramış durumda. Bu alanlar doğal karbon yutakları oldukları için iklim kriziyle mücadelede çok önemli. Bunlar tahrip edilmiş olsa da biz yine de yapılabilecekler olduğuna inanıyoruz. Yayınladığımız ‘İklim İçin Kentler’ kitabımızda bu konuya ilişkin dünyada 3 tane önemli örneği inceledik. Bu kentlerden biri de Seul. Seul, sera gazı salımı bakımından dünyada en kirletici şehir konumunda. Ancak bunun bilincine vararak adım adım hem yurttaşlara yönelik daha sağlıklı bir kentte yaşamaya teşvik edici hem de ulusal bazda politikalar geliştirerek çalışmalara başlamış durumda.
Bize göre burada vurgulamamız gereken en önemli nokta katılımcılık. Seul da katılımcı mekanizmaları kullanılarak azimli bir plan oluşturulmuş. Hedefler belirlenmiş ve 2030 yılına kadar sera gazı salımlarını indirme konusunda nasıl adımlar atabiliriz çalışmaları yapmış. ‘Nasıl yeşil alanlar yaratabiliriz? Binalarda enerji verimliliğini sağlamak için hangi teşvik mekanizmalarını kullanabiliriz? Ulaşımda toplu taşımayı özendirirken aynı zamanda bisiklet kullanımını nasıl teşvik edebiliriz?’ gibi çalışmalar var. Bu çalışmalara başlayalı 2-3 yıl olmuş ve şu ana kadar hedeflerini tutturmuş durumdalar.
İstanbul konusuna geri dönersek ilk başta yapılması gereken şey planlama. İşin en başında kent planlaması geliyor. Aslında sadece İstanbul için değil Türkiye genelinde kent planlamaları daha ciddiye alınmalı ve bu planların içerisinde iklim krizini de yerleştirip hedefler belirleyerek ilerlememiz gerekiyor. İBB’nin şu anda iklim eylem planı bulunuyor ancak planlama kısmındaki eksikliklerden dolayı istediğimiz miktarda ilerleme sağlanamıyor. İklim kriziyle mücadelede yerel yönetimleri en çok zorlayan bir diğer konu koordinasyon. Koordinasyon, hem kurum içinde hem kurum dışındaki paydaşlarla sağlanmalı zira konu kurum içinde yalnızca çevre müdürlüğünün üstlenebileceği bir şey değil; altyapı, çevre, ulaşım gibi birimlerin de vizyona katılması gerekiyor. Yurttaşlarla katılımcı şekilde sürekli koordineli çalışmak gerekiyor.
Sizin 350 Türkiye olarak yerel yönetimlerle birebir faaliyetleriniz var mı?
Bu konuda çalışmalarımız var. Kentlilerle yerel yönetimleri iklim eylem planı oluşturulmasına yönelik teşvik etmeye çalışıyoruz. Hali hazırda kentsel sorunlarla, kent hakkı ile ilgili çalışmalar yapan kurumlarla iş birliği kurmaya çalışıyoruz. Tema Vakfı gibi ulusal düzeyde birlikte çalıştığımız paydaşlarımız var. Bunun yanında bizlere ulaşan ve bu konuda neler yapabiliriz diyen yerel yönetimlere de her zaman kapımız açık.
Anadolu’dan ve İstanbul’dan bize ulaşan yerel yönetimler var. Aslında iklim eylem planı meselesi Türkiye’de daha yeni yeni gündeme geliyor. Konu, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın gündeminde ve bu kapsamda 2023 yılına kadar şehirlerin hepsinde iklim eylem planının oluşması öngörülüyor. Teşvik mekanizmaları oluşturulmaya çalışılıyor. Yerel yönetimlerin bir çoğu da bu konunun yeni bir belediyecilik anlayışını geliştirecek bir vizyon olduğunun farkında. Bizler yerel yönetimlerden ‘güneş panellerini nasıl yaygınlaştırabiliriz, nasıl enerji kooperatifleri kurabiliriz, iklim eylem planını nasıl oluşturabiliriz’ şeklinde sorular alıyoruz ve bu konuda deneyimlerimizi paylaşmaya çalışıyoruz. Tecrübemizin yetmediği konularda da hali hazırda o konuda çalışan diğer yerel yönetimlerle iş birliğini kuvvetlendirmeye çalışıyoruz.
Yapılan çalışmalar kapsamında baktığımız zaman Seferihisar Belediyesi iyi bir örnek. Seferihisar Belediyesi’nin hedeflerinin en başında 2030 yılına kadar Seferihisar’ın enerjisinin yüzde 100’ünü yenilenebilir kaynaklardan sağlamak yer alıyor ve bu konuda somut adımlar atılıyor. Bu konuda yapılan enerji kooperatifleri çalışması 2018 yılında başladı. Her ne kadar enerji kooperatiflerinin önünde mevzuattan kaynaklanan belli başlı engeller olsa da bu çalışmaların şimdiden yapılmaya başlanması ve bu tip iyi örneklerin yaygınlaşması çok önemli.
Halk bu sürece nasıl destek olacak?
Seçimden sonraki 6 aylık dönem yerel yönetimler için stratejik planlama dönemidir. Bu dönemde halk belediyelerden bunu talep ederek bu konuda çalışmalar yapılmasını teşvik edebilir. Yerel yönetimlerin stratejik planlarında iklim eylem planının yer almasını çok değerli buluyoruz. Bu konuda kent konseyleri gibi araçları kullanmak çok önemli. Halkın çoğu da bu araçları maalesef bilmiyor. Bu kapsamda www.iklimicinkentler.org üzerinden katılımcı mekanizmalar nelerdir, bu konuda neler yapabilirsiniz bölümlerinden bilgi alabilirler.
Sitemizde dilekçe örneği, otomatik olarak Twitter’a yönlendiren ‘sosyal medyadan belediyene ulaş’ seçeneği, ‘belediyene yönelik bu yönde bir imza kampanyası başlat’ seçeneği var. Oluşturulan imza kampanyaları sitemiz üzerinden ulaşılabilen Türkiye haritası üzerinden de görülebiliyor ve bu imza kampanyalarına destek verebiliyorsunuz. Şu ana kadar yerel yönetimlere yönelik sitemiz üzerinden açılmış 20 imza kampanyası var. Aslında bizim günün sonunda yapmak istediğimiz şey, bu konuyu hem kentlerin nezdinde gündeme getirmek -ki talep yükselsin- hem de yerel yönetimlere ‘bu konuda yapmanız gereken çalışmalar, sorumluluklarınız var, bir an önce harekete geçin’ demek. Bunu eş zamanlı yapmaya çalışıyoruz.
Kent konseylerinin bu konudaki işlevi nedir?
Kent konseyleri yerel yönetimlerde yalnızca vitrin olarak kullanılıyorsa pek bir işlevi yok ancak aktif katılıma olanak sağlayan bir araç olarak, sivil toplumun bir araya gelmesi için kullanılıyorsa kararların alınmasında ciddi anlamda bir katalizör işlevi görüyor. Buna örnek olarak Kadıköy Belediyesi Kent Konseyi altında İklim Elçileri ekibinin Kadıköy’ün iklim eylem planına yönelik olarak çalışıyor olması çok değerli. Bu gibi örnekleri çoğaltmak istiyoruz.