Header Reklam
Header Reklam

Kentsel Dönüşüm ve Yerel Yönetimler Paneli'nde dile getirilen ortak beklenti... 'Karar süreçlerine paydaşların da katılabildiği, barınma hakkına saygılı bir dönüşüm!'

26 Şubat 2013 Dergi: Ocak-Şubat 2013
Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki panelin açış konuşmasını yapan Ege-Koop Başkanı Hüseyin Aslan, kentsel dönüşümü Türkiye için kaçırılmaması gereken, son derece önemli bir fırsat olarak değerlendirdi... “Dönüşüm” çalışmalarının siyaset üstü, milli bir proje olarak ele alınması gerektiğini söyleyen Aslan, sürecin “rantsal dönüşüme” dönüşmemesi konusunda belediyelere büyük görev düştüğünü vurgulayarak, “Belediyeler, ortalarda dolaşan fırsatçı bazı açıkgözlerin konut sahiplerini çeşitli vaatlerle kandırıp dolandırmalarına engel olacak önlemleri belirlemeli ve etkin şekilde uygulamaya koymalıdır” dedi. 
Kentsel dönüşümde konut kooperatiflerine özel, öncelikli ve ağırlıklı bir yer verilmesi gerektiğini söyleyen Aslan, kooperatiflerin demokratik, katılımcı, saydam, hesap verebilir, denetlenebilir yapısal özellikleriyle “dönüşüm” sürecinin mağduriyetler yaşanmadan ilerlemesine büyük katkı yapacaklarını kaydetti. Ege-Koop Başkanı Aslan şöyle sürdürdü: “Konut kooperatiflerinde ortaklar, eşit hakka ve statüye sahip olarak, yasa gereği her yıl yapılan ve gerekli hallerde de olağanüstü toplanabilen genel kurullarda hesap sorabilmekte, denetleyebilmekte ve karar sürecine eşit şekilde katılabilmektedirler. Genel kurullarda görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen, usulsüzlük yapan ve kooperatif ortaklarını zarara uğratan yönetim ve denetim kurulu üyeleri değiştirilebilmekte, yıllık faaliyetleri ‘ibra edilmeyen’ kooperatif yöneticileri için de yargı süreci başlatılmaktadır. Bu denetim mekanizmalarına ek olarak, kooperatiflerin bağımsız denetim kuruluşları tarafından da belirli periyotlarla denetimleri sağlanmalıdır.  Bu nedenle güvenilir, geçmişi temiz, başarıları kanıtlanmış konut kooperatifleri aracılığıyla yürütülen kentsel dönüşüm projelerinde ortakların zarara uğramaları, mağdur olmaları olasılığı kıyas yoluyla yok denecek kadar azdır.” 
Kentsel dönüşümün sadece riskli konutları yıkıp yenisini yapma operasyonu olarak değil, aynı zamanda yaşam kalitesini yükseltecek sosyal ve kültürel bir değişim ve dönüşüm olarak düşünülmesi gerektiğine vurgu yapan Aslan, bu süreçte kentleri 2050’li yıllara uzanan bir vizyonla yeniden yapılandırmanın yerinde olacağını dile getirdi… Ege-Koop Başkanı, kentsel dönüşümde uyulmasını zorunlu gördüğü bazı ilkeleri de şöyle özetledi: 
“Kentsel dönüşüm, kentin tümünü kapsayacak entegre ve altyapısıyla, sosyal donatılarıyla, eğitim olanaklarıyla, çevre dokusuyla yaşanabilir kent yaratmayı hareket noktası kabul etmelidir. Kentsel dönüşüm ‘yerinde’ yapılmalı; insanlar hatıralarından, geleneklerinden, kültürlerinden koparılmadan modern yaşama geçişleri sağlanmalıdır… Kentsel dönüşüm, paydaşlarla uzlaşıyı ve karar sürecine paydaşların katılımını mutlaka esas almalıdır. Kentsel dönüşümün aktörlerinden biri olan müteahhitler, meslek mensubu olarak belli kurallara bağlanmalı ve mutlaka denetlenebilir bir yapıya kavuşturulmalıdır. Çünkü günümüzde örneğin berber dükkanı açmak için bile ‘ustalık belgesi’ aranırken, can güvenliğimizle doğrudan ilgili müteahhitlik mesleğine giriş için ne eğitim, ne meslek formasyonu ve ne de deneyim koşulu aranmakta; isteyen herkes, ‘Ben müteahhidim!’ diye inşaat yapabilmektedir. Bu durumun önüne geçecek, can ve mal kayıplarını önleyecek önlemler mutlaka alınmalıdır.” 

“Doğrusu, ‘Kentsel Sağlıklaştırma’dır

Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in yönettiği “Kentsel Dönüşüm ve Yerel Yönetimler” başlıklı paneldeki konuşmacılardan Mimarlar Odası eski Başkanı, gazeteci-yazar Oktay Ekinci, söze dünya şehircilik literatüründe “kentsel dönüşüm” diye bir kavram olmadığını söyleyerek girdi... Türkiye’de gündeme gelen kentsel dönüşümü “bilimsel açıdan palavra”, “siyasal açıdan uydurma” olarak niteleyen Ekinci, yapılmak istenen şeyin dünya literatüründeki adının “kentsel sağlıklaştırma” ya da “kentsel rehabilitasyon” olduğunu vurgulayarak şunları söyledi: “Kentsel sağlıklaştırma dediğinizde, uygulamanın yapılacağı alanda yaşayan insanların daha sağlıklı bir kentsel çevreye kavuşmaları esas alınır. Ama kentsel dönüşümde ‘orada yaşayan insan’ diye bir anlayış yoktur. Yeni binalar yapılır ve bunları satın alabilecek insanlara devredilir. Kentsel dönüşüm modern tehcirdir; insanları kentsel dönüşüm yapıyoruz diye yerlerinden çıkarıp 60 km. öteye kovmak, boşalan yerde zenginlere ev yapmaktır. Onun için ‘Kentsel dönüşüm şöyledir, böyledir, ah ne güzel oldu, bari bunun şurasını da şöyle etsek, böyle etsek!” demenin anlamı yoktur. Ve unutmayalım ki, her kent zaten dönüşür... Siz isteseniz de, istemeseniz de sürekli bir dönüşüm içindedir. İkincisi, kentsel doku dediğimiz yapı da, dünden bugüne oluşmuş bir şey değildir. Geçmişten gelen birikimlere dayanır. Kentsel doku kimliktir, sokağımız, meydanımız, topoğrafyamız, yokuşumuz, inişimiz, yani bizim kendimizdir. Bunu ortadan kaldıramazsınız. ‘Kentsel sağlıklaştırma’, bütün bunların korunduğu daha sağlıklı bir kentsel yapılanmadır. Kaldı ki, birçok başarılı belediye başkanımız kentsel sağlıklaştırmayı yaptılar zaten Türkiye’de… Ürgüp’te yapıldı, Kars’ta yapıldı, Eskişehir’de yapıldı… Yani yapılabiliyor… Bu, eski ve yıpranmış, yaşanmaz hale gelmiş kent dokusunun yeniden sağlıklı hale getirilmesi ve tarihi mirası koruyarak kent yaşamının kişilikli şekilde sürdürülmesidir… Yapılması gereken budur.  Ve bunun yapılması için büyük palavralara, yalanlara, büyük hukuki oyunlara, zorlamalara gerek yoktur. Bu zaten yerel yönetimlerin yapmaları gereken bir görevdir… Onun için bugün gündeme gelen kentsel dönüşümü sonuna kadar sorgulamak ve bunun ‘kentsel sağlıklaştırma’ yönünde gelişmesi için çaba harcamak durumundayız”. 
Kentsel dönüşümün gerekçesi olarak “afet riskinden” söz edilmesini de kandırmaca olarak niteleyen Oktay Ekinci, “Yasada dikkat ederseniz, ‘Riskli alanlar tespit edilir’ dendikten sonra, ‘Onların çevresinde de bazı alanlar tespit edilebilir’ diye ilave ediliyor… Yani… Olur a, yapılaşmaya uygun, ama gözden kaçmış bir yer olduğu sonradan fark edilirse, orayı da elde edebilmek için akla gelen herşey konmuş!..” diye konuştu. Kentsel dönüşümün amacını anlayabilmek için uzun boylu düşünmeye gerek olmadığını, gazetelerin ekonomi sayfalarına bakmanın yeterli olacağını söyleyen Ekinci, “Şu kadar yüzbin ton çimento üretimi, çimento sektörünü ayağa kaldırdı!’, ‘Şu kadar inşaat yapılacak! İnşaat sektörü bu gelişmeyi ayakta alkışlıyor!’ başlıkları, emlak ve arsa rantından elde edilecek gelirleri müjdelemektedir” dedi. Kentsel dönüşüm kavramının toplumda (kimi sosyal demokrat kesim de dahil) yaygın kabul görmesinin nedenleri üzerine uzun boylu kafa yorduğunu söyleyen Oktay Ekinci, ulaştığı sonucu da şöyle aktardı: “Kentlerimiz gerçekten sağlıksız. Eğri oturup doğru konuşalım. Yani bu kentler yaşanılır kentler değil. Toplumda bir özlem var; sağlıksız durum ortadan kalksın isteniyor. Kentsel dönüşüm bu özlemi yakaladı… İkincisi: Sözcük, Türkçe ve çok güzel: ‘Kentsel dönüşüm’… Rahat söyleniyor, çabuk anlaşılıyor, insan ufkunda hayaller yaratıyor. Kavramın benimsenmesinde bunun da önemli ölçüde etkili olduğunu sanıyorum”. 

“Maharet Belediye Kapatmak Değil!”

Bütün bunlar yaşanırken Büyükşehir Kanunu Değişikliğiyle de 1700’ü aşkın belediyenin kapatıldığını hatırlatan Ekinci, insanların kendi yörelerinde yerel yönetim birimlerini seçmesi ve bu yolla “yerinden yönetimin sağlanmasının” demokrasinin temel ilkesi olduğunu vurgulayarak, “Belediye kapatmak demokrasiyi kapatmaktır. Fransa’da bugün 36 bin belediye var. Bizde ise Osmanlıdan bu yana ola ola 3 bin 600 tane olabilmişti, onun da yarısı gitti... Efendim neymiş? Belde belediyeleri imar yolsuzluğu yapıyormuş!  Maharet, böyle bir gerekçeyle belediye kapatmak değil, ‘belediyelerin imar disiplini içinde çalışmalarını sağlayacak’ yasal düzenlemeler hazırlamaktır!” dedi ve şöyle sürdürdü: “Bugün Fransa’da 36 bin belediye arasında imar yetkisi olanların sayısı sadece 500’dür. 35 bin 500 belediyede imar yetkisi yoktur ve içlerinden bir tanesi de çıkıp, ‘Niye benim imar yetkim yok?!’ diye ayağa kalkmaz… Çünkü bir belediyenin imar yetkisini kullanabilmesinin belli koşulları olduğunu hepsi bilir. İşte onun için de o memleket, gittiğiniz zaman öyle gözlerinizi kamaştırır!  Önemli olan böyle bir yasa yapmaktır. Yoksa belediyeleri kapatmak değil…” 
Sağlıklı kentsel çevre için insan odaklı yaklaşımların zorunluluğunu yineleyen Ekinci, “Çözüm kooperatifçiliktir. Depreme karşı kentsel sağlıklaştırma yapmak için saptanacak alanlarda insanların belediyeler öncülüğünde, belediyelerin desteğiyle kooperatif çatısı altında bir araya gelmeleri ve bu çalışmanın kooperatiflerce gerçekleştirmesi en doğru yoldur. Müteahhitler de merak etmesinler, kooperatifler zaten yine onlara iş verecek. Yani işsiz kalmayacaklar. Ama bu yapıda insanlar kooperatif çatısı altında ortak ve demokratik kararlar alabilecektir” diye konuştu. Bu projeleri yürütecek konut kooperatiflerinden beklentilerini de sıralayan Ekinci, sitelerden ve bloklar halinde yapılaşmadan uzak durulmasını isterken, gerekçelerini de aktardı: “Site yapmasınlar.  Site çağdaş gettodur. İçeri girmek için güvenlik görevlisinden izin alınan, etrafı duvarlarla çevrili sitelerde yaşamak, sitenin dışındaki bütün kentlilerin potansiyel hırsız, potansiyel katil olduğunu kabul etmek demektir. Böyle bir kent kültürü olur mu? Ben bu noktada mahalleyi savunan bir arkadaşınızım. Ve blok sisteme de karşıyım; bir tane blok yapıp aynısından bin tanesini ‘kesme şekerler’ gibi dizmeyi bir mimar olarak kabul edemiyorum. Biz blok değil, sokak yapmalıyız yeniden… Bir sokakta yaşayan herkes birbirini tanır. Ama bir blokta yaşayan insanlar birbirini tanımıyorlar. Üst kat alt katı tanımıyor…” 

“1 Milyon Yeni Konutu Birilerinin Alması Lazım!” 

Şehir Plancıları Odası Başkanı Necati Uyar da, Afet Riskli Alanların Dönüştürülmesine İlişkin Kanun’un barınma hakkını yok saydığını, o yüzden dönüşüm alanlarında yaşayan insanların pek çoğundan ciddi tepkiler yükseldiğini söyledi. Uyar şöyle konuştu: “Dönüşüm alanlarında oturanlar haklı olarak soruyor: ‘30 yıldır yeni mi akıllarına geldi, depremde öleceğimiz? Rant yükseldiğinde mi akıllarına geldi?’ diyorlar. Yapılan uygulamalar gerçekten de tasfiyeye, uzaklaştırmaya, ağır kredi yüküne, rantın el değiştirmesine, yaşam koşullarının değişmesine, ‘soylulaştırma’ya, kent içinde ciddi sürgünlere neden oluyor.” 
Deprem korkusu kullanılarak ekonomiye ilişkin kimi hedeflemelerin peşinden koşulduğu şüphesinin ciddi olarak yaratıldığını söyleyen Uyar, Türkiye’de ilk defa 2010 yılından sonraki 2.5 yıl içinde 1 milyona yakın yeni yapılmış konut fazlası oluştuğunu anımsatarak, “Bunları birilerinin alması gerekir. Almıyorsa, zorla satılması gerekir. Eğer evi var diye almıyorsa da, evinin yıkılması gerekir! Kentsel dönüşümün özeti bence budur. Krize sürüklenen toplu konut yapım şirketlerinin olduğu bir dönemde yapılan bu iş, ekonomiyi canlı tutmaya yönelik bir projedir” diye konuştu. Kentsel dönüşüm tasarımının ortaya çıkışında, diğer birçok faktörle birlikte, kent içi nüfus hareketlerinin de etkili olduğunu kaydeden Şehir Plancıları Odası Başkanı Uyar, şöyle sürdürdü: 
“Yıllar önce ‘yaşanmaz hale geldiği’ gerekçesiyle kent dışına çıkan varsıl kesimin ulaşım maliyetleriyle birlikte araç sahipliği ve trafik sıkışıklığı da artınca, bu sefer kent dışı alanlar yaşanmaz yerler haline gelmeye başladı. Dolayısıyla artık yine kentin içine dönmek gerekiyordu. Ayrıca kentsel alan gerçekten de rant açısından ciddi verimli bir alandı ve rantın ciddi çekiciliği vardı; dolayısıyla bu alana müdahale etmek gerekiyordu. Öte taraftan dünyadaki krizin etkisiyle yeni bir birikim modeline ihtiyaç duyulmaya başlanmıştı. Sermaye birikimi yaratmanın yeni araçlarından biri de bu olabilirdi. Ve inşaat sektörü ekonominin lokomotif sektörü olarak görülüyordu. Yaşanan krizden Türkiye etkilenmesin diye inşaat sektörü çok ciddi yasal önlemlerle desteklendi. Kentsel dönüşüme ilişkin düzenlemeler işte böyle bir çerçeve içerisinde art arda geldi. Amacına baktığımızda, ‘afetlere ve depreme karşı yapıları güvenli hale getirmek, insanların can güvenliğini sağlamak’ hiç kimsenin itiraz edeceği şeyler değildir. Ama yapılan uygulamalara bakıldığında - bugüne kadarki dönüşüm projeleri arasında birkaç istisna hariç - belediyelerin ve TOKİ’nin yaptığı projelerin hemen tamamı, afet riski taşıyıp taşımadığı tartışmalı gecekondu alanlarında yapılmışlardır. Bir defa bu alanlar Hazine arazileriydi, tarımsal açıdan verimli değillerdi ve o kentlerin çevresinde bulunan en güvenli, taşlık kayalık alanlardı. Dolayısıyla zemin açısından hiçbir riskleri yoktu. İkincisi: Burada yıkılan yapıların büyük bölümü tek katlı gecekondulardı. Ben hiçbir tek katlı yapıda bugüne kadar depremde ölen olduğunu hatırlamıyorum. Demek ki aslında önceliğin burada olmaması gerekiyordu. Ama baktığınızda, örneğin İstanbul’da, bu nitelikte alanlardan gecekonducuların çıkarıldığını ve yerine havuzlu konutlar, villalar yapıldığını görüyoruz. Şimdi ortaya çıkan tabloya baktığınızda görünen şey, gecekondudan çok daha yoğun, gelecek açısından çok daha yaşanmaz alanların ortaya çıkmış olduğudur. ‘Yıkın ve yeniden yapın!’ anlayışının tek seçenek olarak kendini gösterdiği bu süreçte korumayı, güçlendirmeyi, sağlıklaştırmayı, canlandırmayı, kısmi yenilemeyi, yeniden işlevlendirmeyi hiç düşünmediğimiz için mimarlık ve kentleşme kültürümüz ciddi zarar görmeye başladı. Sonuçta gecekondulardan başlayan bu sürecin şu anda kentin merkezlerini, tarihi alanlarını tehdit eder hale geldiğini görüyoruz. Kentsel bağımsızlığın yitirilmesine neden olacak uygulamalar yaşanmaya başladı, anı değerlerini yitirmeye başladık. Hiç kimse gelecekte çocuğuna ‘Geçmişte ben bu binada yaşadım!’ diyemez hale gelecek. Ya da torunlarına sokağını gösteremez hale gelecek. Sokakları, komşuluk ilişkilerini, bu ilişkilerden kaynaklanan toplumsal değerleri yitirmeye başladık. Şu anda yapılan şeyin tersine ‘koruma’nın aslında kenti yaşanabilir kılmak için önemli bir değer olduğunu unutmamak gerekiyor. Bunun örneklerini yaşayan ve uygulayan kentlerimiz de var Türkiye’de. Dünyada da birtakım değerlerden vazgeçmeden yapıları güçlendirmenin, tüm dış cephesini tutarak, hatta işlevini değiştirerek, yeni işlev vererek yapıları kullanmanın örnekleri var. Ya da hemen yakınımızdaki Ankara Beypazarı örneğinde olduğu gibi korumayı da kullanarak yenilemenin yapılması ve bunun sonunda da ciddi bir ekonomik canlanmanın olanaklı olduğuna ilişkin çok sayıda örneği de yaşıyor, görüyoruz”. 

“Kanunda Hak Kavramının Yeri Yok!”

Yerel yönetimlerden sorumlu CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın ise konuşmasında çarpık kentleşen, adaletsizlik üreten, afet riski altındaki Türkiye kentlerini gerçekten de yenilemek gerektiğini belirterek, “Bunun için kentsel dönüşüm, içini doğru doldurmak kaydıyla bir zorunluluktur. Bunu yaparken doğayı katletmemeye, toprağa, suya, insana saygılı davranmaya, onların gelişimini ön planda tutmaya vazgeçilmez bir ilke olarak ihtiyacımız var” diye konuştu. Kentsel dönüşümün “yurttaş” ve “hak” kavramlarını içermediğini, yalnızca bir süreç tanımlaması yaptığını belirten Günaydın, “Kentsel dönüşüm ‘barınma hakkı’na saygılı bir anlayışla yürütülecekse, içinde hak ve yurttaş varsa mutlaka uygulamamız gereken bir şeydir” dedi ve ekledi: 
“Ama bu kanunun içinde hak kavramının yeri yoktur. Bu kanunla bize diyorlar ki: ‘Ey yurttaşlar! Evinizde risk olup olmadığını tespit edeceksiniz. Siz etmezseniz bunu ben ettiririm! İster idare eliyle ettiririm, ister yetkilendirdiğim kuruluşlar eliyle. İstersem de bunu ben yaparım!..’ Birisi gelip size diyecek ki: ‘Evinizi test ettik, riskli bulundu...’ İtiraz hakkınız var. İtirazı yönelteceğiniz kurum, beş kişiden oluşuyor. Üçü üniversitelerden seçilmiş, ikisi de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan… Yalnız üniversitelerden kimin geleceğine de yine Erdoğan Bayraktar karar veriyor… Dolayısıyla eviniz riskli olarak belirlenmişse ve itiraz etmişseniz, itirazınız da reddedilmişse, geriye tek seçeneğiniz kalıyor: 60 gün içinde evinizi yıkmak… Bu süre içinde elektriğiniz, suyunuz, doğal gazınız da kesilecek… Diyelim ki, yıkmadınız. Sizin yerinize yıkacaklar ve tapuya şerh düşecekler, ‘Şu kadar masraf ettim, bu adam bana şu kadar borçludur!’ diyecekler… Bu yasanın uygulanması sırasında 13 kanun by-pass ediliyor. Yani, ‘Meclis bundan önce bir sürü yasa çıkarmış ama ben bir tane yasa çıkarıyorum, geriye kalan yasaların hiçbiri uygulanmayacak!’ demek istiyorlar. GS Üniversitesi’nden bir hukukçu arkadaşımız, bu yasayla dilerse Erdoğan Bayraktar’ın Ayasofya’yı yıkıp yerine TOKİ binası yapabileceğini söylüyor. Doğrudur, bu yasayla bu yetkiye sahip olmuş durumdadır. Ne askeri yasak bölge, ne kültür tabiat varlıkları, ne kıyı kanunu… Bunların hepsi artık hikayedir”. 
CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın, kentsel dönüşümün doğru ve adil şekilde yapılabilmesi için “olmazsa olmazları” da şöyle sıraladı: 
“Kimse kimsenin yerine oturup karar vermemeli. ‘Ey Sulukule halkı, ey Mamak halkı, ben oturdum, sana şöyle bir proje yaptım. Sen gelip bu sözleşmeyi imzalayacaksın!’ diyemezsiniz. Yapmanız gereken şudur: ‘Gelin ey mahalle halkı! Burada kötü evlerde yaşıyorsunuz, yamaçlarda yaşıyorsunuz, evlerinizi su basıyor! Burayı düzelteceğiz, değiştireceğiz. Bunun için aklımızda bir proje var. Gelin, karar alma süreçlerine siz de katılın, beraber karar alalım!’ Bu şekilde birlikte karar verilecek. Hangi evler yıkılacak, yerine hangi evler yapılacak ve yapılan evlere kimler taşınacak? Bunların tümüne beraber karar verilecek. Ne kadar kira yardımı yapılacak, beraber karar verecekler. Bu yapılmadığında Kuzey Ankara kentsel dönüşümünde yaşananlar yaşanır. Kuzey Ankara’da 2 bin 500 hak sahibi vardı, ama 6 bin kişi kura çekti. Bu 3500 fazlalık nereden mi çıktı? Bilen yok! Hak sahibi olan 2 bin 500 kişi vadinin dibinde gökyüzünün zor göründüğü yerlerdeki evleri çektiler, diğer 3 bin 500 kişi ise tabii ki bambaşka yerleri...” 

“Bizden ruhsat alamayan, Bakanlığın kapısını çalıyor!” 

Paneli yöneten Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın artık iskan ruhsatı da verebildiğini, dolayısıyla halkın oylarıyla seçilmiş belediye meclislerinde yapılan planların fazla önemi kalmadığını söyledi... Belediye meclislerinde kabul edilmiş plana aykırı olduğu gerekçesiyle “üç aylık” bir süre içinde inşaat izni ve ruhsatı alamayan proje sahiplerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kapısını çalıp ihtiyaç duydukları izni oradan aldıklarını kaydeden Prof. Dr. Büyükerşen, “Bu mudur demokrasi? Bu mudur demokrasinin büyük şehirlerde geçerli olması?” diye sordu... 
Bu tür bir olayın kendi başlarına da geldiğini kaydeden Prof. Büyükerşen, Bakanlığın ruhsat verme de dahil yetkilerin büyük bölümünü elinde topladığı ilk günlerde yaşanan olayı şöyle özetledi: “Tam o günlerde gördük ki TOKİ, Eskişehir’in Tepebaşı bölgesinde kamudan almış olduğu arazilerin önemli bir kısmını özel sektöre satmış. Hem zemini sağlam, hem de trafik açısından merkez oluşturabilecek bir nokta idi ve yapmış olduğumuz planda tramvay uzatma hatları tam oradan geçiyordu. Burayı devralan iki büyük yabancı sermaye şirketi, toptan satış yeri yapmak üzere çıkıp geldiklerinde tabii ki kendilerine ruhsat verilmedi. Bu iki büyük firma ne yaptı biliyor musunuz? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na gidip inşaat ruhsatını oradan aldılar. Bu durumda bizim yaptığımız planın hiçbir anlamı kalmadı. Halkın oylarıyla seçilmiş Belediye Meclisi’nin (ki, iktidar partisine mensup meclis üyelerinin de imzası var kararın altında) plan yapma yetkisi böylece anlamsızlaştırıldı. Ve bu iki şirket hiç dinlemeden inşaatlara başladı...” 








Etiketler


Slider Altına