Kentlerde iklim değişikliğini önlemenin birinci koşulu yenilenebilir enerjiye geçiş
İklim değişikliğine karşı ulusal boyutta atılacak somut adımların yanı sıra yerel yönetimleri de sorumluluk almaya çağıran “İklim için Kentler” kampanyası başladı. 350 Türkiye tarafından başlatılan kampanya, yerel yönetimlerin şu an içinde bulunduğu 6 aylık stratejik planlama döneminde iklim değişikliğine karşı somut taahhütler vermesini ve iklim eylem planlarını oluşturmasını amaçlıyor.
Salt Galata’da Yerel İzleme, Araştırma ve Uygulamalar Derneği ile 350 Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleşen kampanya lansmanı kapsamında düzenlenen “İklim Değişikliği Eylem Planları” panelinde konuşan Dr. Barış Gencer Baykan, yerel yönetimlerin iklim değişikliğine karşı harekete geçmesi için stratejik planlama döneminin önemine dikkat çekerek, Türkiye’de belediyelerin bu konuda geciktiğini ancak hala atabilecekleri adımlar olduğunu vurguladı. Baykan, belediyelerin iklim değişikliği ile mücadelede özellikle kentleri fosil yakıtlardan arındırma ve yenilenebilir enerji üretme konusunda adımlar atması gerektiğini belirtti.
Panel konuşmacılarından ve kampanyanın “İklim için Kentler: Yerel Yönetimlerde İklim Eylem Planı” rehberininin yazarı Dr. Baran Alp Uncu da iklim eylem planlarının, kentlilerin taleplerini karşılayacak şekilde katılımcı bir yaklaşımla hazırlanmasının öneminin altını çizdi.
350 Türkiye’den Efe Baysal ise, “İklim için Kentler”in asıl amacının iklim hareketinin sesini yerelden yükseltmek olduğunu belirtti. Nasıl bir gezegende yaşayacağımızı adil, eşitlikçi, iklim dostu kentleri nasıl kuracağımızla ilgili olduğunu belirten Baysal, tüm kentlileri aktif yurttaş olmaya çağırdı ve yerel yönetimlerinden iklim için harekete geçmelerini talep etmeye davet etti.
Kentlerde yenilenebilir enerji dönüşümü başlamalı
Kampanya kapsamında yerel yönetimlere yol göstermesi amacıyla hazırlanan rehbere göre, küresel ölçekte kentler doğal kaynak tüketiminin yüzde 75’inden, birincil enerji kullanımının yüzde 60 ila yüzde 75’inden ve karbondioksit salımlarının yüzde 70’inden sorumlu durumda. Küresel ısınmayı ortalama 1,5 °C sınırında tutabilmek için, 2050 yılına kadar kentlerde binalardan kaynaklı sera gazı salımlarının bugünkü seviyesinin yüzde 80 – yüzde 90 altına çekilmesi, toplam elektrik üretiminin en az yüzde 75 – yüzde 80’inin yenilenebilir enerji yoluyla elde edilmesi ve ulaşımda enerji kullanımının en az yüzde 30 azaltılması gerekiyor. AB’de bulunan 885 kentin ⅔’ü de bu yönde adım atmak için salım azaltım ve iklim değişikliğinin etkilerine karşı uyum çalışmalarında bulunuyor. Küresel ölçekte ise 9 bin 400 kent, 20 bin civarında iklim dostu projeyi hayata geçirmekte.
Rehbere göre, kentlerde iklim değişikliğini önlemenin birinci koşulu yenilenebilir enerjiye geçiş. Başta binalar ve ulaşım olmak üzere enerji kullanımın olduğu tüm alanların fosil yakıtlardan arındırılarak yenilenebilir kaynaklara dayandırılması gerekiyor. Yenilenebilir enerjiye geçişin yanı sıra enerji verimliliğinin iyileştirilmesi ve enerji tasarrufunu geliştirilmesi de temel hedefler arasında olmalı.
Kentlerde kullanılacak yenilenebilir enerjinin iki ana yoldan temin edilebileceğinin altı çiziliyor: “Enerjinin çatı tipi güneş enerjisi panelleri gibi uygulamalarla doğrudan üretilip kullanıldığı merkezi olmayan sistem ile kent içindeki veya dışındaki yenilenebilir enerji tesislerinde üretilen enerjinin şebeke ağı yoluyla dağıtıldığı merkezi sistem”.
Burada kent civarındaki yerel halkın ekonomik olarak desteklenmesi ve dirençli hale getirilmesi önemli bir husus olarak belirtiliyor. Bunun örneği de şöyle açıklanıyor: “Örneğin, yapılan bir araştırmaya göre, 2050 yılında yüzde 100 yenilenebilir enerji hedefine sahip Frankfurt kenti, 2050 yılına kadar enerji ihtiyacının yüzde 50’sini kent içi, yüzde 50’sini de kent civarındaki yenilenebilir enerji üretim faaliyetlerinden karşılayabilecektir. İsveç’teki Malmö kenti de 2050 yılına kadar yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçiş hedefini, enerji ihtiyacının yüzde 50 oranında düşürüp, kalan ihtiyacı da kent içindeki rüzgâr, güneş, biyogaz ve hidro gibi yenilenebilir enerji uygulamalarından karşılayarak gerçekleştirecektir”.
Rehbere göre, yenilenebilir enerji konusunda metan gazı salımı, ormansızlaşma, tarım arazilerinin kaybı, toprak kirlenmesi, yerinden edilmeler gibi ekolojik ve sosyal sorunlara yol açtıkları gerekçesiyle jeotermal, biyoyakıtlar ve hidro kaynakların dikkatli kullanılması gerektiği belirtiliyor. Rüzgâr ve güneş gibi tamamen temiz enerji kaynaklarının öncelik verilmesi gerektiği ancak çok gerekli yer ve alanlarda gerekli kontroller ve zararları en aza indirecek uygulamalarla jeotermal, hidro ve biyoyakıttan faydalanılması gerektiği ifade ediliyor.
Ulaşımda yenilenebilir enerjiye geçiş iklim değişikliğiyle mücadelede önemli rol oynuyor
Enerji verimliliği ve tasarrufu konularında da özellikle ulaşım ve binalarda alınacak önlemlerin yanı sıra altyapının yenilenmesi, yeni nesil teknolojilerin kullanılması ve kentli halkın tüketim ve kullanım pratiklerini dönüştürmeye yönelik faaliyetlerin hayata geçirilmesi gerektiği de önemli bir unsur.
Ulaşım konusunda yenilenebilir enerjiyle çalışan ulaşım araçlarına geçiş iklim değişikliğine katkı sağlayacak önlemlerin başında geliyor: “Yenilenebilir enerji ile çalışan Düşük Emisyonlu Taşıtlar (DET) genel olarak fosil yakıt kullanılan araçlara göre çok daha düşük oranlarda sera gazı salmaktadır. Elektrikli araçların kullanım anındaki sera gazı emisyonu sıfırdır. Biyoyakıtlı ve hibrid araçların kullanımları sırasında saldıkları sera gazı oranları ise fosil yakıt enerjisi ile çalışan araçlarınkinden çok daha azdır. Buna göre yerel yönetimlerin önceliklerinden biri de kentlerinde /bölgelerinde DET kullanımını artırmak olmalıdır. Bu amaç için yerel yönetimin hedeflemesi gereken 3 tip taşıt filosu bulunmaktadır:
Belediyelerin doğrudan kontrol ettiği ve sahip olduğu filolar: Otobüsler, hizmet araçları, acil durum araçları, servis araçları, yük araçları, iş makineleri ve araçlarından oluşan bu filolarda belediye yönetimlerinin doğrudan inisiyatifi ve müdahalesi ile fosil yakıtlı taşıtların DET’lerle değiştirilmesi
Taksiler ve diğer ticari araçlar: belediyelerin doğrudan kontrolünde olmayan taksi ve diğer ticari araçlardan oluşan bu filoda çeşitli teşviklerin ve yönetmeliklerin kullanımı yoluyla DET kullanımı sayısının artırılması
Özel taşıtlar: DET’lere yönelik uygulanacak teşviklerin (bedava otopark, geçiş ücretlerinin alınmaması, özel taşıt kullanımına kapalı yollara ve şeritlere erişim hakkı gibi), fosil yakıtlı yakıtlı taşıtlara yönelik yaptırımların (fosil yakıtlı araçlara kapalı Düşük Emisyonlu Bölgeler’in oluşturulması, trafik sıkışıklığı vergilerinin uygulanması, otopark ve geçiş ücretlerinin artırılması gibi) kullanımı yoluyla DET kullanımın cazip hale getirilmesi.”
Halkın katılımı için enerji kooperatifleri
Rehbere göre yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçiş hedefini halkın katılımı olmadan gerçekleştirebilmek mümkün görünmüyor. Bu hedef için enerji ile ilgili üretim, dağıtım ve tüketim gibi tüm süreçlere halkın tümünün katılımı da önemli bir unsur. Bunun en iyi yolu ise enerji kooperatifleri: “Enerji kooperatifleri sayesinde, üretici – kullanıcı arasındaki ayrımlar kalkmakta, enerji ihtiyacının belirlenmesi, enerji üretim miktarı, enerjini kullanım alanları gibi konularda herkesin katılımıyla kolektif kararlar alınabilmektedir. Kent düzeyinde katılımcı süreçlerin işletildiği enerji rejimlerinin kurulması, enerjiyi ucuz ve ulaşılabilir yapacaktır. Böylelikle enerji yoksulluk ve yoksunluğu gibi adaletsizlik kaynağı olan meselelerin de giderilmesi mümkün olacaktır”.
İklim değişikliğinin yanlış çözümü: Nükleer enerji
Rehberde, nükleer enerjinin iklim değişikliğinin yanlış çözümü olduğu ve fosil yakıtların alternatifi olmadığına dikkat çekildi. Nükleerle ilgili olarak şunlara yer veriliyor: “İddia edilenin aksine, nükleer sıfır salıma sahip değildir. Uranyum çıkarma ve zenginleştirme, nükleer atıkların nakliyesi ve işlenmesi, yakıt çubuklarının üretimi ve nakliyesi, nükleer reaktörlerin yapımı ve sökümü gibi faaliyetlerde sera gazı salımları meydana gelmektedir. Üstelik nükleer enerji pahalıdır. Yenilenebilir enerji maliyetleri her geçen gün düşerken, nükleer enerji maliyetleri ise artmaktadır. Örneğin, rüzgâr enerjisi nükleer enerjiye göre yüzde 30-50 oranlarında ucuz elektrik üretmektedir. 2000-2013 yılları arasında, dünyadaki yeni elektrik üretim yatırımlarının yüzde 57’si yenilenebilir enerjiye yapılırken, nükleer enerjinin payı yüzde 3’te kaldı. Ayrıca nükleer enerji üretimi değişmekte olan iklim koşullarına uyumu oldukça güçtür. Soğutma işlemleri için gerekli ola büyük miktarlardaki suyun temini kuraklık dönemlerinde ve sıcak hava dalgaları sırasında güçleşmektedir. Örneğin, 2003 yılında meydana gelen sıcak hava dalgaları sırasında, Fransa nükleer enerji santrallerinin bazılarının çalışmasını durdururken, diğerlerini de düşük kapasitede çalıştırmak zorunda kaldı. Bunların yanı sıra nükleer enerji, atıkları nakliyesi ve depolanmasındaki riskleri, Çernobil ve Fukuşima’da olduğu gibi nükleer kazaları, soğutma işlemleri sırasında kullanılan suyun çok yüksek ısılarda tekrar denize şarj edilmesiyle deniz ekosisteminin bozulmasını da beraberinde getirmektedir. Özetle, fosil yakıtların tek ve gerçek alternatifi yenilenebilir enerjidir”.