Header Reklam
Header Reklam

Sel riski yönetiminin geliştirilmesine AB desteği…

31 Ekim 2012 Dergi: Eylül-Ekim 2012

Sebep olduğu insani ve ekonomik kayıpların büyüklüğü bakımından Türkiye’de depremlerin ardından ikinci sırada gelen sellere karşı korunma yollarını geliştirmek amacıyla yürütülecek Avrupa Birliği projesi, 2 Ekim günü Ankara’da, Devlet Su İşleri Konferans Salonu’nda düzenlenen törenle başlatıldı. “Avrupa Birliği Taşkın Direktifinin Uygulanması için Kapasitenin Geliştirilmesi” adı altında yürütülecek olan proje, Türkiye’de AB standartlarına uygun sel riski yönetiminin geliştirilmesi ve sele bağlı can kayıplarının ve maddi hasarın azaltılmasını amaçlıyor. Proje kapsamında Fransa ve Romanya'dan uzmanlar Avrupa Komisyonu’nun Sel Yönetmeliği’ni uygulamak üzere Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile birlikte çalışacaklar.

Avrupa Birliği’nin 1.8 milyon Euro katkı yaptığı projenin tanıtımı amacıyla düzenlenen toplantıda konuşan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, küresel iklim değişikliği nedeniyle son yıllarda bazı bölgelerde yağış rejiminin belirgin şekilde değiştiğini belirterek, “Sadece Türkiye’de değil dünyanın tüm bölgelerinde belki üç-dört ayda yağması beklenen yağışların 48 saatte düştüğünü görebiliyoruz. Bu da tabii taşkınlarda gözle görülür artışa sebep oluyor. Maalesef ülkemizde de son yıllarda birçok taşkın oldu. Seller Türkiye’de her yıl ortalama 80 milyon Euro tutarında kayba neden oluyor. 2002 yılından bu yana meydana gelen 484 sel felaketinde 229 yurttaşımız hayatını kaybetti, 380 bin 894 hektar alan sular altında kaldı. Buradaki hedefimiz, can ve mal kayıplarını mümkün olduğu kadar azaltmak ve mümkünse sıfıra indirmek olmalıdır” diye konuştu.

Trafiği rahatlatmak için dere yatağına yol açılırsa..?

Taşkınların temel sebepleri arasında yağış rejiminin değişmesi ve güçlü yağışlarla birlikte dere yataklarının işgal edilmiş olmasını da özellikle saymak gerektiğini belirten Bakan Veysel Eroğlu, “Maalesef Türkiye’de dere yataklarına zaman içerisinde birtakım konutlar, sanayi tesisleri kurulmuş. Fen ve sanat kaidelerine aykırı köprüler, menfezler, hatta buralara hiç uygun olmayan altyapı tesisleri kurulmuş, kanalizasyon veya içme suyu tesisleri geçirilmiş. Hatta dere yataklarına hafriyatlarla moloz döküldüğünü, daha da ötesi dere yatağının vahşi çöp depolama alanı gibi kullanıldığını da hayretle tespit ettik” diye konuştu. Bu tip uygulamalara artık izin vermediklerini kaydeden Eroğlu, konuyla ilgili yanlış yerel yönetim uygulamalarını şöyle eleştirdi: “Bir de Türkiye’de geçmişte bir hastalık vardı: Dere yatağının üzerini kapatarak birtakım otopark alanları oluşturmak veya yollar geçirmek suretiyle o alanı kullanmak şeklinde uygulamalar oluyordu. Her belediye başkanının arzusu şudur Türkiye’de: ‘Yahu ben bu dere yatağını kapatayım, yolu rahatlatayım!’ Veya burayı kullanarak yeni imkanlar, örneğin konutlar için yer ayırayım şeklinde yanlış imar uygulamaları da maalesef yapılmıştır. Bunlara ilave olarak yamaçlarda plansız yapılaşma, tekniğine aykırı yol açma çalışmaları, dere yatağından kaçak kum, çakıl alınması gibi pek çok sebeplerle dere yataklarının kapasitesinin azalması ve bunların aşırı yağışlarda sel baskınlarına neden olması gibi durumlar meydana geliyor. Ancak bu meseleyi gerçekten çok ciddi ele aldık. 2006 ve 2010 yıllarında Başbakanlık, iki defa Taşkın Genelgesi adıyla genelge çıkardı. Böylece dere yataklarının kontrol edilmesi, üzerlerinin kapatılmasının engellenmesi, özellikle dere yatağı üzerinde yapılacak imalatlarda bu konudan sorumlu olan DSİ Genel Müdürlüğü’nün görüşünün mutlaka alınması şartı getirilmiş oldu”.

“Erozyon kontrol önlemleri şart!”

DSİ Genel Müdürlüğü’nün en önemli görevlerinden birinin de taşkın ve taşkın zararlarını önlemek olduğunun altını çizen Bakan Eroğlu, DSİ’nin bu alanda gerekli altyapı ve koordinasyon çalışmalarını üstlendiğini ve dere ıslahları gerçekleştirip, taşkın koruma tesisleri inşa ettiğini anımsatarak, 2003 yılından bu yana gerçekleştirilen dere ıslahları ve 643 adet taşkın koruma tesisiyle 2 milyon 250 bin dekar arazinin taşkından korunduğunu ifade etti. Taşkınlardan korunma konusunda yalnızca dere ıslahlarının yeterli olmadığını dile getiren Orman ve Su İşleri Bakanı, “Bunun yanında özellikle yukarı havza tedbirleri ve erozyon kontrol önlemleri de büyük önem arz ediyor” diyerek şöyle sürdürdü: “Bazı havzalarda yaptığımız uygulamalarda taşkın koruma tesisi yapmadan havzada ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışması yaptığınızda, taşkınların o havzada hemen hemen hiç yaşanmadığını gördük. Çünkü eğer arazi çıplaksa yağan yağmurun neredeyse %70’i hemen akışa geçiyor. Ama araziyi ağaçlandırıp birtakım erozyon kontrolü ve teraslama çalışmaları yaptığımızda akış katsayısı %70’ten bitki örtüsüne bağlı olarak %15 -20’lere düşüyor. Bu da debinin çok büyük ölçüde düşmesi anlamına geliyor. Ayrıca daha önemlisi akış süresi (yağışın dereye ulaşma süresi) de uzuyor. Bu iki faktör taşkınların önlenmesinde gerçekten çok önemli. Bu deneyimlerimiz doğrultusunda ben de konu uzmanı bir mühendis olarak, Fransız ve Romanyalı uzmanlarla yürüteceğimiz bu projeyi sıkı bir şekilde takip edeceğim. İklim değişikliği sebebiyle Türkiye’de bazı bölgelerde, bilhassa Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Doğu Anadolu bölgesinde 2050 yılına doğru yağışlarda bir azalma, buna karşın Karadeniz bölgesinde %15-20 civarında bir artış bekleniyor. Halihazırda ise taşkınlar en çok Karadeniz, Akdeniz ve Batı Anadolu bölgelerimizde yaşanıyor. Bu projemizde Avrupalı uzmanlarla birlikte öncelikle Batı Karadeniz havzasından başlayarak risk haritaları çıkarılarak, alınacak önlemlerle ilgili çalışmalar yapılacak. Daha sonra Türkiye’deki 25 havzamızın tamamına bu risk haritalarını ve önlemlerle ilgili çalışmaları yayacağız. Proje tamamlanıp planlamalar yapıldığında gerekli yatırımları da gerçekleştireceğiz. Zaten son iki yılı, 2010 ve 2011’i taşkınla mücadele yılı ilan etmiş, bu çerçevede ciddi yatırım imkanlarını DSİ’ye sağlamıştık. Diğer taraftan şu anda dünyada ağaçlandırma ve erozyon kontrolünde üçüncülüğe yükselmiş durumdayız. Bu konuda özellikle 2008 yılında büyük bir seferberlik başlattık. Bu yılın sonunda seferberliğin birinci adımı tamamlanıyor. 2 milyon 300 bin hektarlık alanda ağaçlandırma yaparak bozuk ormanların ihyasını sağlama hedefimizi yakalamış ve 100 bin hektar da aşmış bulunuyoruz. Bu yıl sonu itibarıyla 24 milyon dekarlık alanda çalışma yapmış olacağız. Bu çalışmayı 12.12.2012’de saat 12’yi 12 geçe tamamlamayı planlıyoruz.”

“Fransız piyadenin koruması atında…”

Yürütülecek Eşleştirme Projesi’nin büyük ortağı olan Fransa adına törene, ülkenin Ekoloji, Sürdürülebilir Kalkınma ve Enerji Bakanlığı’nda Uluslararası İlişkiler Dairesi Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Herve Boisguillaume ve Türkiye’deki Fransız Büyükelçi Laurent Bili katıldı. Herve Boisguillaume, iklim değişikliğinin etkileri karşısında ülkelerin çoğu zaman savunmasız hale geldiklerine işaret ederek, kendi ülkesinin güneydoğu, kuzey ve doğu bölgelerinde sık sık meydana gelen taşkınlar sonrasında Bakanlığının risklerin önceden tahmini ve önlenmesine yönelik bir dizi eylem planı uygulamaya koyduğunu söyledi. Bu çerçevede edinilmiş deneyimleri Türkiye’de yürütülecek projede paylaşma imkanı bulacaklarını belirtenBoisguillaume, 1854 Kırım Savaşı dönemindeki ittifaka gönderme yaparak şu ilginç anekdotu aktardı: “Paris’te Alma adlı bir köprümüz vardır. Bu köprünün sütunlarından birinde Osmanlı, İngiliz ve Fransızların 1854 Kırım Savaşı’ndaki zaferini anmak için bir piyade erinin heykeli yer alır. Bu piyade eri, Seine Nehri’nin su seviyesinin ölçülmesi için popüler bir sembol haline gelmiştir. Su ayaklarına geldiğinde nehrin kıyılarında gezmek yasaklanır. Erin pantolonu su altında kaldığında nehirde taşımacılık yasaklanır. Erin dirseği suyun altında kaldığında ise -1955 yılında suların 7 metre yükseldiği zaman olduğu gibi - taşkınlar meydana gelir ve bu durum nehre yakın bölgeleri etkiler. Ancak Paris’te şu ana kadar suların sürekli yükseldiği bir dönem geçirmediğimiz için şanslıyız. Böylelikle tahliye tedbirlerini uygulayabildik. Bu er yalnızca bir kez, 1910 yılında meydana gelen ve şehrin dörtte birini sular altında bırakan, sokakları bloke edip yeraltı sistemlerine zarar veren taşkın sırasında suyun altında kalmıştır. Türkiye ve Fransa’nın birlikte neler başarabileceğini gösteren bu piyade erinin koruması altında bu eşleştirme projesinin başarılı bir şekilde uygulanmasını diliyorum”.
Fransa'nın Türkiye Büyükelçisi Laurent Bili de taşkın felaketlerinin insan yaşamı, çevre, kültürel miras ve ekonomik hayat üzerindeki olumsuz etkilerini sınırlandırmak için öncelikle bu doğa olayını iyi anlama ihtiyacına vurgu yaptı. Bulunduğu coğrafya nedeniyle ülkesi Fransa’nın bu konuda zaman içinde büyük deneyim kazanmış olduğunu dile getiren Fransız Büyükelçi, bu deneyimleri proje kapsamında aktarmaktan mutluluk duyacaklarını ifade etti.

“Taşkınla mücadele, bir Avrupa değeri!”

AB Taşkın Direktifi’nin Uygulanması için Kapasite Geliştirilmesi Projesi’nin diğer ortağı olan Romanya’nın Türkiye Büyükelçisi Radu Onofrei de Avrupa Birliği’nin “yaşam kalitesinin yükseltilmesi” yaklaşımı üzerinde durarak, “Yürüteceğimiz bu projeyi de o kapsamda düşünmek gerekir. Bu proje çok önemli Avrupa değerlerini korumaktadır. Avrupa Birliği’nin yaşam kalitesinin yükseltmesine ne kadar önem verdiğini görüyoruz. Afetleri durdurmak, etkilerini azaltmak, afet yönetimi konusunda çalışmalar yapmak, o arada suyu da akıllıca yönetmek, vatandaşların yaşam kalitesini yükseltecek çok önemli bir alandır” dedi. 2007 Kasım ayında kabul edilen Taşkın Direktifi’nin gereklerini yerine getirme konusunda aynı yılın Ocak ayında Birliğe katılan Romanya’nın hayli mesafe katettiğini belirten Onofrei, taşkın risk haritalarını yakın zamanda bitireceklerini kaydederek, “Şu ana kadarki tecrübemizi Türk kardeşlerimizle paylaşma konusunda çok istekliyiz” diye konuştu.

“Türkiye’yi teşvik etmek gerekiyor!”

Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Bölümü Başkanı Javier Menendez Bonilla ise konuşmasında, Avrupa’da yaşanan taşkın olayları ve bunların kontrol altına alınması amacıyla yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi. Avrupa’nın son 10 yılda 200 dolayında sel felaketi yaşadığını, bu olaylarda yaşanan can kayıpları yanında 50 milyar Euro dolayında bir ekonomik maliyet de oluştuğunu ifade eden Bonilla, Taşkın Direktifi ile yapılmak istenen şeyin “taşkınların etkilerini ve tehditlerini birlikte çalışarak azaltma gayreti” olduğunu dile getirdi. Üye devletlerin 2011 yılına kadar konuyla ilgili ön değerlendirmeleri tamamlamış olmaları gerektiğini, taşkın risk haritalarının da 2013 yılına kadar tamamlanması gerektiğini belirten Bonilla, “Bunun ardından afet yönetimi, hazırlık ve korunma planlarının da 2015 yılına dek hazırlanmış olması gerekiyor” dedi. Bonilla, Türkiye ile birlikte yürütülecek bu projeyi de içine alan “çevre” bağlamında Türkiye – AB ilişkilerine de göz atarak şunları söyledi: “Bilindiği gibi, çevre konusu AB fasılları arasındaki en önemli müktesebatlardan bir tanesi. Tamamlanması gereken yüzlerce mevzuat var ve tam uyum sağlamak için gerekli maliyetin 60 milyar Euro civarında olduğu da biliniyor. Bu üstesinden gelinmesi gereken önemli bir zorluk. Çevre konusundaki görüşmeler 2009’da başladı. Bu noktada Türkiye’de farklı alanlarda reformların gerçekleştiğini görmek sevindirici. Mesela su, doğa korunması, su kalitesi konularında olduğu gibi... Ancak yine de yapılması gereken çok şey var. Türkiye’nin bu yolda devam etmesi gerekiyor. Türkiye’yi sadece reformları gerçekleştirmede değil, aynı zamanda bunları uygulamaya geçirme konusunda da teşvik etmek gerektiğini düşünüyorum. AB çevre kanunları aslında vatandaşlarımızın hayatlarını kolaylaştıracak birer araç olarak düşünülebilir. AB bu yöndeki bütün çabalarında Türkiye’nin yanında olacaktır. Zaten geçmiş on yıla baktığımızda, 2002-2013 arasında 60 milyar Euro’dan fazla bir kaynağın Türkiye hükümetine kanalize edildiğini görüyoruz. Bunun aşağı yukarı 1 milyar Euro’luk kısmı çevre alanındadır. Çevrenin önemini biliyor ve Türkiye’de çevrenin korunmasına büyük önem atfediyoruz. Çevreye verilen önem dolayısıyla AB’deki tüm politikaların temelini artık sürdürülebilir kalkınma oluşturuyor. Türkiye’de bu kapsamda su, atıklar vb. konularda halen yürümekte olan 36 projemiz var... Bunların aşağı yukarı 650 milyon Euro ettiğini görüyoruz. Türk kurumlarına yönelik buna benzer çok farklı kapasite geliştirme projeleri de var. Böylece Türkiye, AB müktesebatına daha sağlıklı şekilde uyum sağlayabilecek ve ilgili mevzuatları kabul edecektir. Sağlanan destekler AB’nin Türkiye’deki çevreye ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir”.

“En riskli üç ülkeden biri olmaya adayız!”

Başlatılan AB projesinde Fransız ve Romanyalı uzmanlarla birlikte çalışacak kurum yöneticilerinden; Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Su Yönetimi Genel Müdürü Cumali Kınacı ise projeye DSİ, Meteoroloji Genel Müdürlüğü ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün de dahil olacağını, AB Taşkın Direktifi’ne göre havzalar bazında taşkın tehlike ve taşkın risk haritalarını içeren Taşkın Risk Yönetim Planları’nın hazırlanacağını, çalışmaya Batı Karadeniz havzasından başlanacağını söyledi... Oluşturulacak taşkın tehlike ve risk haritalarıyla taşkın yayılım alanlarının belirleneceğini kaydeden Kınacı, “Böylece riskli bölgeler işaretlenerek, yatırım yapılması gereken alanlar netleştirilecek. Taşkın risk yönetim planlarıyla ülkemizde gitgide büyük bir problem haline gelen taşkınlar, havza bazında değerlendirilecek; taşkın öncesinde, taşkın esnasında ve sonrasında iyileştirme ve müdahale gibi çalışmaların planlanması ve yönlendirilmesiyle bu afetlerin en az zararla atlatılması sağlanacak” diye konuştu. Dünya Bankası’nca yapılan çalışmada Türkiye’nin 21’inci yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya bölgesinde ekstrem iklim olaylarına maruz kalacak üç ülkeden biri olarak tahmin edildiğini dile getiren Kınacı, “En çok zarar görecek olan ülke Rusya, ikinci ülke Arnavutluk ve üçüncü ülke Türkiye olarak tahmin ediliyor. Bu açıdan baktığımızda da taşkın yönetim planları ülkemiz için büyük önem arz ediyor” dedi.


Etiketler


Slider Altına