TAKDİR-İ İLAHİ DEĞİL! TAKDİR-İ İDARİ
Bu sayımızın "Ana Konusu": "Afet Yönetimi ve Belediyeler ya da İyi Afet Yönetişimi".
Bu bağlamda; TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Türkiye Mühendis Haberleri Dergisi’nin 2004 - 5 Sayı: 433’te yayımlanan "Deprem Şurası Üzerine Değerlendirmeler" başlıklı ve Hakkı Atıl Ğ TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası tanımlı yazıda şöyle deniliyor:
"Sıkça sorulan bir sorudur; Afet sadece bir doğa olayı mı? Elbette değil, afet toplumsal bir olgudur. Afet yönetimi açısından olayın kendisinden çok sonuçları esas alındığından, afet teknik, sosyal, ekonomik, hatta psikolojik boyutlu bir olgu olarak karşımıza çıkar. Bu bakış açısında doğanın kavranması kadar toplumsal gelişmişlik derecesi de önem kazanır. Afet risklerine karşı uygulanan politikalardaki başarı, diyalektik olarak, ekonomik, sosyal, kültürel, teknik vb faktörle doğrudan ilişkilidir. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vb alanlarda yaşadığımız çarpıklığın bir benzerini sosyo - ekonomik baskılar sonucu afet konusunda da yaşıyoruz. Düşük standartlarda sağlıksız ve yasadışı bir yapılaşma, ranta dayalı hızlı ve düşük nitelikli kentleşme, bilimsel normlara dayalı arazi kullanım ve yer seçimi kararlarının rantsal kaygılara yenik düşmesi vb faktörler afet zararlarının doğrudan belirleyicileridir."
Ve "Doğal Afetler"in acımasız "Diyalektiği" şu şekilde tanımlanıyor:
"Afet olgusu ve afet zararlarını arttıran nedenler sosyo - ekonomik koşullardan ve siyasal ilişkilerden bağımsız ele alınamaz ve afet zararlarının büyüklüğü gelişmişliğinde bir göstergesidir. 1960’lı yıllardan sonra Dünyada afetlerden etkilenen insan sayısı ortalama her yıl %6 artmış, afetlerden etkilenen kişilerin %90’nının üçüncü dünya ülkelerindeki büyük kentlerinde yaşayan yoksullarının oluşturduğu ortaya çıkmıştır. 2004 yılının son günlerinde Güneydoğu Asya’da yaşanan deprem ve tsunami ile bir kez daha gördük ki, günümüzde az gelişmiş dünyada afetler karşısında giderek artan bir korumasızlık sözkonusudur.
Bu politikaların da etkisiyle toplumun önemli bir bölümü için afet, bir kader / Takdir-i İlahi bir olay olarak algılanmaktadır. Oysa yaşadıklarımızdan sonra afet olaylarına yönelik söylenmesi gereken; Takdir-i idari olduklarıdır."
Burada "Az Gelişmiş Ülkeler" deniliyor. Oysa günümüzden yaklaşık 40 yıl önce 1969 yılında yazdığım "Geri Bıraktırılmış Türkiye" adlı kitapta şöyle diyordum:
"Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler yok; geri bıraktırılmış ülkeler vardır."
Burada, "mış" eki sanki zamanda donmuş gibi bir anlam alabileceğinden bugün bu tanımı şöyle düzeltiyorum: "Az gelişmiş, gelişmekte olan ya da geri bıraktırılmış ülkeler yoktur; GERİ BIRAKTIRILAN ÜLKELER vardır".
Ve onun içindir ki, tüm temel sorunlarımızda olduğu gibi "Afet Yönetimi"nde de "Geri Bıraktırılan" ülkemiz, insanlarımız ve kurumlarımız "Afetleri Yönetmek" yerine; sürekli "Afet Üretiyor"; "Afet Üretmeye Zorlanıyor" .
Peki bu değişmez bir kader midir?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün "Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir" ve "Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır; geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur" sözlerinden ders almayı öğrenemeyecek miyiz? ve "Afet Üretmek" yerine "İyi Afet Yönetişimi"ni gerçekleştiremiyecek miyiz?
Dr. Müh. SEDAT ÖZKOL
Bu bağlamda; TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Türkiye Mühendis Haberleri Dergisi’nin 2004 - 5 Sayı: 433’te yayımlanan "Deprem Şurası Üzerine Değerlendirmeler" başlıklı ve Hakkı Atıl Ğ TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası tanımlı yazıda şöyle deniliyor:
"Sıkça sorulan bir sorudur; Afet sadece bir doğa olayı mı? Elbette değil, afet toplumsal bir olgudur. Afet yönetimi açısından olayın kendisinden çok sonuçları esas alındığından, afet teknik, sosyal, ekonomik, hatta psikolojik boyutlu bir olgu olarak karşımıza çıkar. Bu bakış açısında doğanın kavranması kadar toplumsal gelişmişlik derecesi de önem kazanır. Afet risklerine karşı uygulanan politikalardaki başarı, diyalektik olarak, ekonomik, sosyal, kültürel, teknik vb faktörle doğrudan ilişkilidir. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik vb alanlarda yaşadığımız çarpıklığın bir benzerini sosyo - ekonomik baskılar sonucu afet konusunda da yaşıyoruz. Düşük standartlarda sağlıksız ve yasadışı bir yapılaşma, ranta dayalı hızlı ve düşük nitelikli kentleşme, bilimsel normlara dayalı arazi kullanım ve yer seçimi kararlarının rantsal kaygılara yenik düşmesi vb faktörler afet zararlarının doğrudan belirleyicileridir."
Ve "Doğal Afetler"in acımasız "Diyalektiği" şu şekilde tanımlanıyor:
"Afet olgusu ve afet zararlarını arttıran nedenler sosyo - ekonomik koşullardan ve siyasal ilişkilerden bağımsız ele alınamaz ve afet zararlarının büyüklüğü gelişmişliğinde bir göstergesidir. 1960’lı yıllardan sonra Dünyada afetlerden etkilenen insan sayısı ortalama her yıl %6 artmış, afetlerden etkilenen kişilerin %90’nının üçüncü dünya ülkelerindeki büyük kentlerinde yaşayan yoksullarının oluşturduğu ortaya çıkmıştır. 2004 yılının son günlerinde Güneydoğu Asya’da yaşanan deprem ve tsunami ile bir kez daha gördük ki, günümüzde az gelişmiş dünyada afetler karşısında giderek artan bir korumasızlık sözkonusudur.
Bu politikaların da etkisiyle toplumun önemli bir bölümü için afet, bir kader / Takdir-i İlahi bir olay olarak algılanmaktadır. Oysa yaşadıklarımızdan sonra afet olaylarına yönelik söylenmesi gereken; Takdir-i idari olduklarıdır."
Burada "Az Gelişmiş Ülkeler" deniliyor. Oysa günümüzden yaklaşık 40 yıl önce 1969 yılında yazdığım "Geri Bıraktırılmış Türkiye" adlı kitapta şöyle diyordum:
"Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler yok; geri bıraktırılmış ülkeler vardır."
Burada, "mış" eki sanki zamanda donmuş gibi bir anlam alabileceğinden bugün bu tanımı şöyle düzeltiyorum: "Az gelişmiş, gelişmekte olan ya da geri bıraktırılmış ülkeler yoktur; GERİ BIRAKTIRILAN ÜLKELER vardır".
Ve onun içindir ki, tüm temel sorunlarımızda olduğu gibi "Afet Yönetimi"nde de "Geri Bıraktırılan" ülkemiz, insanlarımız ve kurumlarımız "Afetleri Yönetmek" yerine; sürekli "Afet Üretiyor"; "Afet Üretmeye Zorlanıyor" .
Peki bu değişmez bir kader midir?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün "Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir" ve "Felaket başa gelmeden evvel önleyici ve koruyucu tedbirleri düşünmek lazımdır; geldikten sonra dövünmenin yararı yoktur" sözlerinden ders almayı öğrenemeyecek miyiz? ve "Afet Üretmek" yerine "İyi Afet Yönetişimi"ni gerçekleştiremiyecek miyiz?
Dr. Müh. SEDAT ÖZKOL