Header Reklam
Header Reklam

Biyolojik çeşitlilik azalıyor, dünya alarm veriyor… Bir şeyler yapmak için hala geç değil!

02 Ocak 2019 Dergi: Kasım-Aralık 2018

İklimler değişiyor, dünya değişiyor, şehirler değişiyor. İnsanoğlu bu değişikliğe ve tüketim toplumu olma durumuna daha kolay adapte olurken doğada var olan diğer canlılar ya yok oluyor ya da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Canlıların yaşam alanları olan yeşil alanlar ve su rezervleri giderek azalırken bu değişiklikler türlerin yaşamını tehlikeye sokuyor.

Geçtiğimiz günlerde WWF-Dünya Doğayı Koruma Vakfı ve Londro Zooloji Derneği’nin ortaklaşa hazırladığı ‘Yaşayan Gezegen 2018 Raporu’na göre, doğa, biyolojik çeşitlilik açısından tüm dünyada alarm sinyalleri veriyor. Türkiye de bu kapsamda canlı türleri için cazip bir coğrafya olmaktan hızla uzaklaşıyor. Küresel düzeyde tehlike altında olan türlerin ülkemizdeki sayısı 2008 yılında 131’ken, bugün yaklaşık 400’e çıktı. Rapordaki bulgular, biyolojik çeşitlilikteki azalmayı tetikleyen en önemli etmenleri aşırı kullanım ve tarımsal faaliyetlerin yanı sıra istilacı türler, plastik kirliliği, avcılık, balıkçılık, tarımsal kirlilik, barajlar, yangınlar ve madencilik gibi etkenler olduğunu gösteriyor. İklim değişikliğinin de şimdiden ekosistem, tür ve hatta genetik düzeyde etkili olmaya başladığı da bulgular arasında yer alıyor.

Raporda yer alan bilgilere göre, Türkiye coğrafyasının büyük bir bölümü küresel düzeyde önemli üç biyoçeşitlilik sıcak noktasının birleşim kümesi içinde: Kafkasya, Akdeniz ve İran-Anadolu. Bu coğrafyayı, 160’ın üzerinde memeli, 460’dan fazla kuş, üçte biri endemik 10 bini aşkın bitki, 364 kelebek, 141 sürüngen ile çift yaşamlı ve 405 balık türü ile paylaşıyoruz. Ancak dünyadaki genel eğilim doğrultusunda Türkiye’de de, Ekolojik Ayak İzi büyürken (1996’da 1,2 dünyaya eşit iken bugün 1,9 dünya seviyesinde) Yaşayan Gezegen Endeksi düşüyor. Kuruyan göl, kirlenen akarsu haberleri artıyor. Yani ülkemiz biyolojik çeşitlilik açısından cazip bir coğrafya olmaktan giderek uzaklaşıyor.

Geçtiğimiz günlerde rastladığım bir haber de bunu destekler nitelikte. Habere göre, ülkemizin en önemli su rezervlerini barındıran Akdeniz Bölgesi’nde son yıllarda artan vahşi madencilik, enerji ve turizm yatırımları ile yanlış tarım uygulamaları sulak alanların hızla yok olmasına neden olmuş. Örneğin Antalya’nın Elmalı ilçesinde bulunan 850 hektar büyüklükteki Avlan Gölü’nün neredeyse tamamı kurumuş. Göldeki su miktarı çok azalınca da, canlı türleri bölgeyi terke etmeye,  göçmen kuşlar da gölü 3 yıldır pas geçmeye başlamış. Gölün etrafında nadir bulunan sedir ormanları yer alırken, gölün kurumasıyla sedir ağaçları da kurumaya ve hastalanmaya başlamış. Gölün çevresinde yaşayan halk da bu durumdan muzdarip. Göl kuruyunca önce hayvanlarının aç ve susuz kaldığını belirten sakinler, şimdi aynı sıkıntıları kendilerinin çekmeye başladığını belirtiyorlar.

İnsanlar varlıklarını sürdürebilmek için doğal kaynaklara muhtaç durumda. Yayınlanan raporlar hala bir şeyler yapabilme imkanımızın olduğunu gösteriyor. Umarım geç kalmayız…

Önümüzdeki sayıda görüşmek üzere.

Didem Taşbaşı
didemtasbasi@dogayayin.com

 



Slider Altına